Dünya siyasetini belirsizliğin sardığı bir dönemdeyiz. Özellikle ABD'de Donald Trump'ın ikinci kez başkan seçilmesiyle beraber uluslararası ilişkilerin kadim ezberlerinin pek çoğu kökünden sarsılıyor. Dünyanın içinde bulunduğu güncel durum her ne kadar kestirilmesi zor denklemler üretiyor ve olmazları mümkün kılmaya başlıyor gibi görünse de aslında birçok devletin ve aktörün onlarca yıldır doğru zamanı beklediği hesaplarını günümüzde görmeye başladığını gözlemliyoruz.
Beklenmeyen gelişme: ABD-İsrail ayrışması
Trump'ın yeniden başkan seçilmesiyle beraber pek çok kişi transatlantik ittifakında bir çatırdama olabileceğini bekliyordu. Rusya-Ukrayna savaşıyla beraber birçok noksanı ortaya çıkan Avrupalı ülkelerin artık ABD'ye askeri ve siyasi anlamda büyük katkılar sunamayacağı aşikar olmuştu. Avrupa'nın yüzleştiği güvenlik riskleri bugüne kadar idealize edilmiş siyasi, ekonomik, askeri ve toplumsal politikalarının kıtayı getirdiği durum ABD'yi geniş yelpazede girişmeye hazırlandığı Çin rekabetinde ümitlendiren bir durum değildi. Dolayısıyla, ABD'nin Rusya ile direkt teması tercih ettiği ve Çin'e yönelik farklı bir stratejiyle yeni süreci dizayn edeceği konuyu takip eden kişilerin beklentisi dahilinde olan bir gelişmeydi.
Ancak Gazze'deki soykırım sürecinde, "Ben bir siyonistim", "Orta Doğu'da İsrail diye bir devlet olmasaydı biz kurardık" gibi açıklamalarıyla meşhur, kabinesinin büyük çoğunluğu Yahudi olan eski Başkan Joe Biden'ın İsrail ve Başbakan Binyamin Netanyahu ile gerginleşen ilişkilerinin Trump dönemine tevarüs edeceğini kimse tahmin etmiyordu.
Anadolu Ajansı için 11 Nisan'da kaleme aldığım yazımda, Trump'ın Kennedy suikastı, Epstein dosyası, "ABD'yi Amerikalılara geri verme" söylemlerinin bir tevafuk olmadığını aksine Biden seçimleri kaybedip Trump kazandıktan sonra da ABD-Netanyahu geriliminin devam edeceğini belirtmiştim. [1] Artık sorunların halı altına süpürülemediği bu dönemde, ABD ve Netanyahu arasındaki ayrılıklar da tarihin tozlu raflarından çıkmış durumda.
ABD kurumsal hafızasına kısa bir bakış
Kamuoyunda sıkça dillendirilen "müesses nizam" kavramı, ABD içerisindeki derin yapılanmaya dair yapılan açıklamalar, yıllardır konuşma aralarında geçirilen ancak asla direkt olarak hedefi göstermeyen ABD kurumsal hafızası, artık bu dosyayı açmayı bir özgürlük mücadelesi olarak görüyor. Bu bağlamda, Trump'ın Kennedy suikastına dair açıklamalarının arkasındaki Dimona nükleer tesisini denetleme sürecine, "ABD’yi Amerikalılara geri verme" sloganının arkasındaki Nixon'ın Yahudi lobileriyle alakalı kapalı kapılar ardında yaptığı serzenişlere ve Epstein dosyasına dair mükerrer açıklamaların arkasındaki motivasyona dikkat çekmek gerekiyor.
Bu üç hadisenin ABD kurumsal hafızasında edindiği yer, bugün Trump ve Netanyahu arasında derinleşen gerilimi çözmenin anahtarıdır. Kennedy'nin itirazlarına rağmen Tel Aviv'in ABD'den gizli bir şekilde nükleer çalışmalara başladığı süreç ve nihayetinde gerçekleşen suikast, ABD'nin ajandasında yıllardır bekliyordu. Nixon'un Yom Kippur Savaşı'nda İsrail'e verdiği geniş çaplı desteğe rağmen kapalı kapılar ardında dile getirdiği endişeleri de hakeza öyle. Nixon'un İsrail’in, Orta Doğu'da ABD'yi zora soktuğuna, ülkesinin belirli lobilerin etkisi altına alındığına dair söyledikleri, ikinci döneminde büyük farkla seçimleri kazanmasına rağmen yaşadığı Watergate skandalı ile istifa ederek tarihe geçmesi de yine bugün Trump'ın Netanyahu ile yaşadığı gerilimi anlamak için çok büyük önem teşkil ediyor.
Trump, Netanyahu'yu arka plana iterek neyi amaçlıyor?
Dolayısıyla şu an kamuoyundan saklanılmaya çalışılmasına rağmen haberlere konu olmaya başlayan mesele, ABD'nin Trump özelinde Netanyahu tarzı kliklerle mücadelesi olarak yorumlanabilir. The New York Times'ta yayınlanan "İsrail Hükümeti Bizim Müttefikimiz Değil" başlıklı köşe yazısından İsrail medyasındaki "Trump, Netanyahu’dan usandı" tarzındaki manşetlere kadar yaşanan güncel gelişmeler arka planda yıllandır dillendirilemeyen bazı gelişmelerin aktüel sonuçlarından müteşekkil.
Netanyahu tarzı fraksiyonların ABD'ye karşı sergilediği pervasız ve üstenci tavır, İsrail'in ABD'ye rağmen attığı ve küresel sistem içerisinde Washington'u zora sokan stratejiler Trump tarafından kabul edilmeyecek gibi duruyor. Trump ikinci kez başkan seçildiği ilk günden, hatta ilk döneminden beri Netanyahu'ya karşı tavrını çeşitli vesilelerle tepkilerini belli etmişti. Bu noktada, Trump'ın hamlelerinde hep İsrail nezdinde bakiye biriktirme girişimi gözlemlendi. Kısacası Trump, İsrail ile ABD'nin ilişkilerini Netanyahu'dan ari tutma gayretinde. Ayrıca Trump, artık İsrail'in Netanyahu tarzı figürlerin iktidarındaki tek taraflı saldırgan politikalarının bedelini Orta Doğu ve dünyadaki kamuoyunu kaybederek ödemek ve Çin'e karşı daha fazla koz vermek istemiyor.
Bu doğrultuda Trump'ın ABD adına münferit olarak başta Husiler akabinde Hamas ile yaptığı anlaşmalar ve Suudi Arabistan ile yapılması beklenen anlaşma için Washington'un Riyad'a dayattığı İsrail ile normalleşme şartının ortadan kalkması tüm bu gelişmelerle birlikte ele alınmalıdır. Aynı şekilde, Trump'ın Netanyahu ile olan sorunlarının ABD-İsrail ilişkileri geneline yayılmasından endişe eden siyasi ve askeri figürlerin kendi kariyerlerini Netanyahu'dan ayırma girişimleri de bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Eski İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in "Gazze Filistinlilere aittir, İsrail'e değil" açıklaması, kabineden istifa ederek ayrılan Benny Gantz gibi figürler, ana muhalefetteki Yair Lapid gibi kişilerin "İsrail, sorumsuz çılgınların elinde rehin" tarzı açıklamaları, Netanyahu'nun sadece ABD-İsrail ilişkilerinden değil, İsrail iç siyasetinden de izole edilmesine yönelik niyet beyanları olarak düşünülebilir.
Trump'ın bugüne kadar İsrail'e yönelik verdiği rijit ve sonsuz desteğin aslında Netanyahu'ya karşı yapmak istediği hamleyi meşrulaştırmak ve ABD-İsrail ilişkilerinde mevzi kaybetmeden bunu gerçekleştirmek istediğini anladığımız bir dönemdeyiz. Şayet Husiler ve Hamas ile yapılan anlaşmalar Netanyahu'dan bağımsız şekilde ilerlemeye devam eder ve başarılı olursa, İran'ın ABD ile müzakerelerde anlaşması durumunda İsrail'in nükleer programını, Netanyahu iktidarını ve Gazze'deki ateşkesi de anlaşma metni içerisinde anması mümkün olabilir.
Trump, böyle bir senaryoda hem İsrail ile ilişkileri kötüleşmeden Netanyahu'yu elimine edebilecek hem de bölgede kaybettiği kamuoyunu ateşkes anlaşması ve Suudi Arabistan ile müttefikliğiyle yeniden kazanmaya çalışacaktır. Netanyahu'nun meşruiyetini kaybettiği ve siyaset sahnesinden silindiği İsrail de böylece siyasi izolasyondan kurtulabilecektir. İran ise nükleer anlaşmanın ötesine geçip rejiminin gücünü tekrar konsolide ederek belki de Mücteba Hamaney'in gelecekteki olası rolünü garantileyecektir. Bu süreçlerin birbiriyle bağlantısı ise şüphesiz daha tafsilatlı bir yazının konusudur.
[1] https://www.aa.com.tr/tr/analiz/kennedy-ve-nixondan-trumpa-uzanan-hikaye-abd-politikalari-dunyayi-nereye-goturuyor/3534837
[Dr. Ufuk Necat Taşçı Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir.]
Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Orta Doğu Haber editoryal politikasını yansıtmayabilir.