Son günlerde Hindistan’ın Pakistan topraklarına yaptığı askeri müdahaleler ve dün gece 9 bölgeye yapılan füze saldırılarında 26 sivilin hayatını kaybetmesi Güney Asya’da gerilimi yeniden tırmandırdı. Pakistan'ın egemenlik haklarını ihlal eden bu hamleye meşru müdafaa hakkı çerçevesinde karşılık vereceği yönündeki açıklamaları ve uluslararası aktörlerin devreye girmesi krizin çok boyutlu bir nitelik kazandığını gösteriyor.

Bu süreçte en fazla merak edilen soru, son 20 yılını ordularını modernize ederek geçiren Pakistan ve Hindistan arasındaki gerilim kontrolden çıkıp büyük bir savaşa mı evirilecek yoksa uluslararası toplum bu gerilimi sağlıklı bir kriz yönetimi altında kontrol altına mı alacak?

Pakistan'ın egemenlik ihlali ve meşru müdafaa hakkı

Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif'in "Hindistan’ın saldırılarına karşılık verme hakkımız var" açıklaması, uluslararası hukuk çerçevesinde meşru bir zemin arayışının olduğunu ortaya koyuyor. Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’nın 51. Maddesi gereğince, bir devletin silahlı saldırıya uğraması, karşı devlete meşru müdafaa hakkını tanır.

Egemenlik hakları açıkça ihlal edilen Pakistan'ın buradaki en öncelikli vurgusu Hindistan'ın sivil kayıplara yol açan saldırılarıdır. Pakistan ordusunun 5 Hint savaş uçağını düşürdüğünü iddia etmesi askeri kapasitesini gösterirken, İslamabad'ın BM'ye başvuru ve Türkiye ile temas gibi diplomatik kanalları etkin şekilde kullanması kriz yönetimindeki çok boyutlu stratejisini yansıtmaktadır.

Ancak Pakistan'ın karşı hamlelerinin sınırlı ve orantılı kalması bekleniyor. Zira aşırı bir askeri eskalasyon, bölgesel bir savaşa dönüşebilir. Nitekim Hindistan ilk saldırıyı başlatmasına rağmen, açıklamasında terör odaklı sınırlı bir askeri davranışın altını çiziyor. Zira, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'in "azami itidal" çağrısı da bu riski göz önünde bulunduruyor.

Hindistan’ın operasyonel başarısızlığı: Stratejik hesaplar ve gerçekler

Hindistan'ın saldırıları, 2019'daki Balakot harekatına benzer şekilde, "terör hedefleri" gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışılsa da, sivil kayıplar ve Pakistan'ın iddia ettiği uçak düşürme başarısı, operasyonel zafiyetleri net bir şekilde ortaya koyuyor.

Bu noktada, hedef belirleme ve istihbarat zafiyeti, füze saldırılarında çocukların da aralarında olduğu sivil kayıplar, Hindistan'ın hedef seçimindeki isabetsizliğini gösteriyor. Askeri kayıplar ise Pakistan'ın 5 uçağı düşürdüğü iddiası doğrulanırsa, Hint Hava Kuvvetlerinin operasyonel riskleri hafife aldığını kanıtlayacaktır.

Hindistan, uluslararası toplumda Pakistan'ı terörle bağdaştırma stratejisini sürdürse de BM ve Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) tarafsız çağrıları, Yeni Delhi'nin diplomatik izolasyon çabalarının sekteye uğradığını gösteriyor. Bu durum, Hindistan'ın iç politikada milliyetçi söylemleri güçlendirme amacıyla dış politikada riskli hamleler yapabileceğini, ancak askeri ve diplomatik maliyetlerin hesaba katılmadığını düşündürmektedir.

Hindistan ordusu, Pakistan'a askeri operasyon başlattı
Hindistan ordusu, Pakistan'a askeri operasyon başlattı
İçeriği Görüntüle

Küresel diplomasinin gölgesinde bir kriz: Ticaret savaşları ve yeni ittifaklar

Krizin patlak verdiği dönemin, uluslararası sistemde kritik ekonomik-diplomatik gelişmelerin yaşandığı bir evreye denk gelmesi oldukça manidar. Gerilimin yükseldiği gün Hindistan-İngiltere Serbest Ticaret Anlaşması ve kriz devam ederken ABD ve Çin taraflarının ikili ilişkilerdeki müzakere dinamiğini hareket geçireceklerini açıklamaları ister istemez konuyla ilişkilendiriliyor.

Krizin, mevcut ticaret anlaşmanın imzaladığı gün patlak vermesi, Rusya-Ukrayna savaşında tartışılan Batı dünyası içerisindeki çatlağın burada da devam ettiği gerçeğini akıllara getiriyor. Nitekim, Hindistan’ın İndus Suları Anlaşması’nı askıya almadan 1 hafta önce de İngilizlerin desteklediği Yeşil Pakistan girişi hayata geçirildi.

Diğer yandan, Washington-Pekin arasında Tayvan, teknoloji savaşları ve Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle gerginliğin tırmandığı bir dönemde, Hindistan-Pakistan çatışması, ABD'nin Asya-Pasifik'teki dengeleme stratejisini karmaşıklaştırabilir. ABD Başkanı Donald Trump'ın "krizin çabuk sona ermesi" yönündeki açıklaması, Washington'un bölgede yeni bir krizle uğraşmak istemediğini gösteriyor. Pakistan'ın özellikle askeri meselelerdeki stratejik ortağı Çin’in ise krizde İslamabad'ı destekleyerek, Hindistan'ı dizginlemeye çalışması bekleniyor. Bu da ABD-Çin rekabetinin Güney Asya'ya yansıması bağlamında yorumlanıyor.

Kriz yönetimi mi, kontrolsüz eskalasyon mu?

Netice olarak Hindistan'ın saldırıları, uluslararası kamuoyu tarafından hem askeri hem de diplomatik açıdan riskli bir hamle olarak değerlendiriliyor. Pakistan'ın meşru müdafaa hakkını kullanması kaçınılmaz olsa da, tarafların itidalli davranmaması durumunda krizin bölgesel bir savaşa evirilebileceği tartışılıyor. Kuşkusuz paylaşılan sınırın uzunluğu ve her iki devletin nüfusu (Pakistan 247 milyon, Hindistan 1,4 milyar) düşünüldüğünde, Hindistan ve Pakistan arasındaki bir savaşın insanlık tarihindeki en büyük seferberlik ve devletler arası çatışmayı temsil edeceği rahatlıkla söylenebilir.

Küresel aktörlerin devreye girmesi, krizin derinleşmesini engelleyebilir. Ancak Hindistan-İngiltere ticaret müzakereleri ve ABD-Çin rekabeti gibi değişen dinamikler, çatışmanın arka planındaki jeostratejik hesapları daha da karmaşık hale getirmektedir. Bu açıdan tarafların, uluslararası hukuk çerçevesinde diyaloğa dönmesi umut ediliyor aksi takdirde Güney Asya, yeni bir küresel güvenlik krizinin fitilini ateşleyebilir.

[Dr. Hayati Ünlü, Milli Savunma Üniversitesi Müşterek Harp Enstitüsü Öğretim Üyesidir.]

Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Orta Doğu Haber editoryal politikasını yansıtmayabilir.