Yeni Akit yazarı Mehmet Koçak köşesinde Tunus’ta yaşanan siyasi gerilimi ve oynanan İslam karşıtlığını kaleme aldı.

Dost ve kardeş ülke Tunus’ta durum gergin. “Yasemin Devrimi” adını verdiği, Arap dünyasının ise “Arap Baharı” olarak isimlendirdiği sürecin doğum yeri olan Tunus’ta ise Cumhurbaşkanı Said, 25 Temmuz 2021’de aldığı “olağanüstü kararlar” ile parlamentoyu feshetmesiyle başlayan karşı devrim arayışları, ülkeyi maalesef yeni gerilimler ortamına sürükledi.

Şimdi ise Cumhurbaşkanı Kays Said’in emriyle feshedilen ‘Milli Meclis’ genel seçime kadar kapalı kalmasına ve hazırlanmak istenen yeni Anayasadan ‘İslam’ ibaresinin kaldırılmak istenmesi gerilimin katlanarak artmasına sebep oldu.

Feshedilen Milli Meclis Başkanı Raşid el-Gannuşi’nin liderliğindeki Nahda Hareketi’nin önderlik ettiği Ulusal Kurtuluş Cephesi, siyasi krizi çözmek amacıyla “diyalog” önerisinde bulundu.

Tunus’ta Cumhurbaşkanı Said’in aldığı anti demokratik kararlar ve karşı devrim girişimlerinin sebep olduğu tartışmalar devam ederken, hazırlanmak istenen yeni anayasadan ‘İslam’ ibaresini çıkarma önerileri ise ülkede var olan siyasi krizin bir halk ayaklanmasına dönüşeceğinden endişe ediliyor.

Burada asıl cevap bekleyen soru ise neden Tunus ve neden şimdi?

Çünkü Tunus halkı, değişime öncülük ettiği gibi Arap dünyasında İslamcı kesimlerin demokratik yoldan yükseldiği yani Müslüman Tunus halkının demokratik deneyime yönelmiş ve önemli mesafeler almış olmalarındandır.

Ayrıca Tunus’ta demokratik deneyime yönelişin öncüsü ise İslamcı kadrolardan oluşan Nahda Hareketi ve onun lideri Raşid el-Gannuşi’nin katkısı ve rolü çok büyüktür.

Tunus’ta Nahda Hareketi’nin çeşitli halk katmanlarında kabul bulmasının asıl sebebi de budur.

Şimdi Nahda Hareketi’ni durdurabilme adına dış güçler Cumhurbaşkanı Said ve ona destek veren sol ve laikçi işbirlikçileri kullanmaktadır.

Ekonomik ve siyasi kriz bahane edilerek Milli Meclis’in cumhurbaşkanı tarafından anayasanın 80. maddesine atıfta bulunarak, feshedilmesi ve hükümetin düşürülmesinin asıl sebebi ülkede İslamcı kadroların demokratik yoldan güçlenmelerinin engellenmek istenmesidir.

ABD öncülüğündeki Batılı güçler ve onların işbirlikçilerinin asıl hedefi ise Tunus’ta gerçekleşen devrimden sonra halkoyu ile tescillenen anayasasından ‘İslam’ ibaresini çıkararak Tunus’un bir kez daha Arap dünyasındaki ülkelere öncülük etmesini sağlamaktır.

Kısa bir hatırlatma:

Despot lider ve despotik kuklalardan oluşan kadroların oluşturduğu yönetimi 2010 yılının sonunda gerçekleşen halk ayaklanmasıyla devirmeyi başaran Tunus halkı, aynı zamanda Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’deki halk ayaklanmalarına da öncülük etmişti.

Ancak bu ülkelerin halklarının, devrimle elde ettikleri demokratik hak ve özgürlükler gibi kazanımlar ise süreç içinde dış mihrakların müdahaleleri sonucu karşı devrim girişimleriyle ellerinden alındı.

Mısır’daki devrim sonrası yapılan ilk demokratik seçimlerde ‘Firavunlar ülkesi Mısır’ tarihinde ilk defa seçimle işbaşına gelen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin dış destekli Savunma Bakanı Abdul Fettah el Sisi önderliğindeki askeri darbe sonucu görevinden alınması ve mensubu olduğu İhvan Hareketi’ne karşı gerçekleştirilen linç hareketi bunun en bariz örneğidir.

Libya; Suriye, Yemen gibi ülkelerde Batılı emperyalist ülkelerin yönlendirmeleri ile yaşanan iç savaşlar ise işbirlikçi güçlerin karşı devrim arayışlarının bir sonucudur.

Bugün Tunus’ta yaşananlar hep aynı güç odaklarının yönlendirmesi ve kışkırtmalarıyla meydan gelen olaylardır.

Hedef: İslam ülkelerinde karşı devrimler gerçekleştirerek demokratik deneyimleri bitirip, yeni kuklaları işbaşına getirmektir.

Çünkü tarih boyu emperyalist ülke ve onların oluşturduğu güç odaklarının amacı birbirine düşürmek, iç savaşları kışkırtıp birbirine kırdırarak sömürmektir.

400 yıllık tarihi beraberliğimiz ve din, tarih ve kültürel ortak değerlerimiz açısından Tunus ve Tunus halkı bizim için çok önemli.

Bu gerçekten hareketle meydanı emperyalist güçlere bırakmama adına Türkiye olarak Tunus politikamızı daha aktif hale getirmeli ve vakit geçmeden harekete geçmeliyiz…