Gazze, 7 Ekim 2023 sonrasında yalnızca İsrail'in soykırım ve yoğun askeri saldırıların hedefi olmadı; aynı zamanda Filistin halkının kolektif varlığına, hafızasına ve geleceğine yöneltilmiş bir imha planının sahnesine dönüştürüldü. İsrail, "güvenlik" kisvesi altında uyguladığı yıkım, abluka, aç bırakma ve zorunlu göç politikalarıyla Gazze'yi adım adım bir 21. yüzyıl toplama kampına dönüştürüyor. Bu durum yalnızca askeri bir strateji değil; aynı zamanda ideolojik, yerleşimci-sömürgeci ve sembolik bir imha projesi olarak kurgulanıyor. İsrail'in Gazze'de yürüttüğü bu çok katmanlı soykırım stratejisi, sistematik yerleşim yıkımı, sivil alanların yok edilmesi, açlık ve insani altyapının çökertilmesi ve dijital gururla teşhir edilen sembolik yıkım performansları ile doğrudan ilintili.

Sistematik imha ve hafıza silme mekanizması

İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının temel hedeflerinden biri, yalnızca Hamas'ın askeri kapasitesini değil, aynı zamanda tüm sivil altyapıyı da ortadan kaldırmak. Başka bir deyişle, İsrail Gazze'de hiçbir yapının ayakta kalmamasını hedefliyor. Ancak bu yıkımın boyutları, sadece savaşın "ikincil zararı" olarak açıklanamayacak kadar kapsamlı ve hedefli. Gazze'de okullar, üniversiteler, camiler, kiliseler, kültür merkezleri, arkeolojik yapılar ve mezarlıklar sistematik olarak yerle bir ediliyor. Bu alanlar sadece fiziksel değil, aynı zamanda sembolik anlamlar taşıyan, bir halkın belleğini ve direniş kapasitesini temsil eden yapılar. İsrail, özellikle bu yapıları yıkarak bir tür "hafıza temizliği" yapmaya çalışıyor.

Trump'tan, İstanbul barış müzakereleri değerlendirmesi: Gitmeyi düşünüyordum ancak...
Trump'tan, İstanbul barış müzakereleri değerlendirmesi: Gitmeyi düşünüyordum ancak...
İçeriği Görüntüle

İsrail işgal güçlerine bağlı iş makinelerinin sosyal medyada paylaştığı videolarda, okul binalarının, camilerin ve yerleşim mahallelerinin "büyük bir gururla yıkılması", yıkımın ideolojik yönünü gözler önüne seriyor. Bu görüntülerde, İsrail'in bir askeri operasyonun ötesinde, Filistin halkının yaşam alanının planlı biçimde ortadan kaldırılmayı ve yerine "boş bir arazi" bırakmayı amaçladığı görülüyor. Bu boşluk, İsrail’in yerleşimci-sömürgeci tahayyülünde "yönetilebilir" ve "yeniden biçimlendirilebilir" bir coğrafya anlamına geliyor. Bu nedenle, Gazze'deki yıkım yalnızca askeri değil, epistemolojik bir imha biçimi olarak da okunabilir. Kısacası İsrail; Gazze'nin hafızasını, kültürel sürekliliğini ve sosyal dokusunu yok etmeyi hedefleyen planlı bir unutturma ve yok etme siyaseti hedefliyor Bu bağlamda İsrail'in Gazze'ye yönelik işgal stratejisinin, sadece "terörü yok etme" değil, aynı zamanda "kimliği silme" operasyonu olduğu ifade edilebilir.

Gıda, su ve insani altyapının bir silah olarak kullanılması

Gazze'de uygulanan abluka ve saldırılarla temel insani ihtiyaçların erişimi bilinçli şekilde engelleniyor. Gazze'de elektrik altyapısı bombalanmış, su şebekeleri hedef alınmış, kanalizasyon sistemleri çökmüş durumda. Refah, Deyr el-Belah ve Han Yunus gibi bölgelerde insanlar bir yudum temiz suya ulaşmak için saatlerce kuyrukta bekliyor. Çocuklar ve yaşlılar ishal, yetersiz beslenme ve susuzluk nedeniyle ölüyor. Gazze'ye gönderilen gıda yardım kamyonları yerleşimci teröristler tarafından geçiş noktalarında bekletiliyor, çoğu zaman girişlerine izin verilmiyor. Öyle ki İsrail 2 ayı aşkındır Gazze'ye hiçbir insani yardımın girmesine müsaade etmiyor. İsrail, Gazzelilerin direnişini açlık yoluyla kırmayı ve onları teslim olmaya zorlamayı amaçlıyor. Bu strateji, doğrudan bir askeri operasyondan çok daha fazlasını temsil ediyor. Aç bırakma, yalnızca fiziksel bir çöküşü değil, aynı zamanda sosyal çözülmeyi tetikleyen bir kontrol mekanizmasıdır. İsrail'in Gazze'de amacı, direnen toplumu "hayatta kalma" refleksine indirgemek, onları siyasal taleplerinden, kolektif hafızalarından ve örgütlü varoluş biçimlerinden koparmaktır. Kısacası, Gazze halkı aç bırakılarak yaşamak için direnmek yerine teslimiyet psikolojisine sürüklenmeye çalışılıyor.

Geçtiğimiz haftalarda İsrailli yetkililerinin onayladığı Gazze işgal planı, yaklaşık 100 yıldır hayata geçirdiği uygulamalar ve 7 Ekim'den beri sürdürdüğü soykırımcı işgalci politikalar İsrail’in Gazze'yi 21. Yüzyılın Auschwitz'i yapma planının somut örnekleri olarak görülebilir. Nitekim İsrail, ateşkes sağlanmadığı her gün Gazze'de sistematik katliamlara başvuruyor ve Gazze'deki her binayı yok ederek yaşamı bitiriyor.

Ayrıca İsrail'in "insani güvenli bölgeler" olarak tanıtılan alanlara insanları zorla sürmesi ve ardından bu bölgelerde dahi insanların temel ihtiyaçlarının karşılanmaması Gazze'de kitlesel bir biyopolitik kontrol alanı yaratıldığını gösteriyor. Bu yerler, aslında modern dönemin "Aushwitz kampları" olarak görülebilir. İsrail'in Nazi katliamlarından çıkardığı ders Filistinlilerin hareket, ifade özgürlüğü ve yaşam hakkı gibi temel haklarını tüm boyutlarıyla kontrol altında alıp Gazze’yi bir tür açık hava hapishanesine dönüştürmek oldu.

Dijital faşizm ve seyredilen soykırım

İsrail askerlerinin sosyal medyada paylaştığı videolar, yalnızca savaş propagandası değil; aynı zamanda bir "seyirlik şiddet" alanı yaratıyor. Bu görüntülerde, tankların Gazze caddelerinde ilerleyişi, iş makinelerinin camileri ve evleri yıkışı, askerlerin gülümseyerek bombalanan alanlarda poz verişi yer alıyor. Bu dijital içerikler, İsrail kamuoyunda bir "fetih" hissi yaratırken; dünya kamuoyuna ise bir tür güç gösterisi ve işgal olarak sunuluyor. Bu şiddet görüntüleri sadece Gazze'ye değil, aynı zamanda Filistinlilerin kolektif onuruna yöneltilmiş bir saldırı niteliği taşıyor. Aynı zamanda da uluslararası sessizlikten ve cezasızlık kültüründen besleniyor. İsrail böylece hem fiilen yıkımı sürdürüyor hem de onu açıkça ilan ederek meşrulaştırıyor. Uluslararası kamuoyunun çocuk ölümlerine tanık olmasına rağmen İsrail'e karşı etkili bir adım atmamasından kaynaklanan bu cezasızlık durumu, İsrail'in saldırgan tutumunu daha da güçlendiriyor. Bu noktada, dijital platformların araçsallaştırılması da ayrı bir mesele olarak öne çıkıyor. İsrail'in hem devlet destekli hem de bağımsız sosyal medya aktörleri aracılığıyla yürüttüğü propaganda, saldırıların normalleştirilmesi ve hatta estetize edilmesi çabasına dönüşüyor. Bu, yalnızca askeri değil, kültürel bir savaşın parçası. Filistinlilerin yalnızca toprakları değil, temsil hakları da gasp ediliyor. Bu noktada, hikayeyi anlatma gücü, şiddetin kendisi kadar önemli hale geliyor.

Sonuç olarak, İsrail'in Gazze stratejisi işgalin de ötesinde bir gerçekliğe tekabül ediyor. İsrail açısından işgal Gazze'nin toprağı ile sınırlı değil; aksine işgalci İsrail, Gazze'de uzun yıllardır inşa edilen direniş hafızasını silmeye çalışıyor. Dolayısıyla bugün Gazze'de yaşananlar, klasik anlamda bir işgal ya da savaş olmanın çok ötesinde bir durum olarak görülebilir. İsrail’in yürüttüğü operasyonlar, stratejik ve sistematik bir biçimde Gazze'yi bir toplama kampına dönüştürmeyi amaçlıyor. Bu kampın temel unsurları ise yerinden etme, yıkım, aç bırakma ve psikolojik teslimiyetin inşası.

Bütün bu süreçler hem fiziksel mekanı hem de zihinsel varoluşu hedef alan bir sömürgeci aklın ürünüdür. Gazze'de bugün yaşananlar, modern çağın Auschwitz’i olarak adlandırılabilecek bir durumdur. Çünkü burada yalnızca insan bedeni değil, hafızası, hayalleri ve direnci de hedef alınıyor. Dolayısıyla İsrail’in uygulamaları sıradan bir savaş değil, planlı bir Gazze soykırımı mimarisidir. Dolayısıyla Gazze artık sadece bir savaş alanı değil; Filistin halkının geleceğinin İsrail tarafından sistematik olarak yok edildiği bir imha laboratuvarıdır.

[Dr. Mehmet Rakipoğlu, Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve Mokha Araştırma Merkezi'nde Türkiye Çalışmaları Direktörüdür.]

Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Orta Doğu Haber editoryal politikasını yansıtmayabilir.