Hamas’ın 7 Ekim 2023'ten beri esir tuttuğu Amerika Birleşik Devletleri (ABD)-İsrail çifte vatandaşı olan İsrailli asker Edan Alexander’ı, 12 Mayıs’ta İsrail’in Gazze üzerindeki ablukasının sürdüğü bir dönemde “koşulsuz olarak” ve gövde gösterisi yapmadan serbest bırakması oldukça önemli bir gelişmeydi.
Ayrıntılar netleştikçe sürecin tam da ABD Başkanı Donald Trump’ın tarzına uygun şekilde, hızlı, direkt ve sonuç odaklı işlediği görülüyor. Amerikan haber platformu Axios’un hem ABD hem de Hamas cenahından isimlere dayandırdığı bilgilere göre süreç, Hamas’ın Trump’a yakınlığıyla bilinen Filistin asıllı Amerikalı Bishara Bahbah’a nisan ayının son günlerinde ulaşmasıyla başladı. Taraflar arasında birçok haberleşme yaşandıktan sonra Bahbah’ın bir noktada Hamas Siyasi Büro Üyesi Halil el-Hayye ile de görüştüğü belirtiliyor.
Trump’ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff’un gerek Bahbah’a gerek Katarlı arabuluculara Alexander’ın salıverilmesinin Trump üzerinde büyük etkisinin olacağını söylemesinin Hamas’ın jestinde etkili olduğu anlaşılıyor. Ayrıca Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani’nin 22 Nisan’da Beyaz Saray’da Trump ve Witkoff’la yaptığı görüşmeyi de hatırlamakta yarar var. El-Sani’nin ABD dönüşünde Hamas’a, Trump’a bir jest yapma telkininde bulunduğu da gelen haberler arasında.
Her halükarda Hamas’ın bu hamlesinin, Trump’ın Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) oluşan Orta Doğu turunun başlamasından saatler önce gelmesi, çarpan etkisi yaptı ve olayı gündemin merkezine oturttu. Bu gelişmenin Washington’daki yansımaları da eşit derecede önemliydi. Hamas’ın kararının ardından açıklama yapan Trump, gelişmeden duyduğu memnuniyeti ifade etti ve Hamas’ın bu jestini “ABD’ye ve Katar ve Mısır gibi arabulucuların çabalarına karşı iyi niyetle atılan bir adım” olarak niteledi. Benzer açıklamalar Trump’ın ekibindeki diğer üst düzey isimlerden de geldi.
Bu gelişmeden bir gün önce, 11 Mayıs’ta Witkoff, İsrail’in tutumunu eleştirerek ABD’nin rehinelerin serbest bırakılması için uğraştığını, İsrail’in ise savaşı sona erdirmek istemediğini söylemişti. Aslında Trump ve ekibi, Netanyahu yönetimindeki İsrail’in bir soruna dönüşeceğinin başından beri farkındaydı. Nitekim ABD Başkan Yardımcısı James David (JD) Vance, Kasım 2024’teki başkanlık seçiminin hemen arifesinde yaptığı bir konuşmada, ABD’nin çıkarlarının zaman zaman İsrail’inkinden farklı olacağını söylemiş ve iki ülkenin çıkarları yer yer çakışsa da bunun her durumda mümkün olmayacağını belirterek İran dosyasına dikkat çekmişti.
Geride kalan birkaç ay zarfında Trump yönetiminin İran politikasının, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun yaklaşımından ne kadar farklı olduğu görüldü. Trump’ın 1 ay bombaladığı ve “artık savaşmak istemediklerini duyurdular” dediği Yemen’deki Husilere karşı saldırıları 6 Mayıs’ta durdurması da İsrail’de soğuk duş etkisi yaptı. Henüz bu etki sürerken bu defa da ABD ile Hamas arasında olumlu rüzgarlar esmeye başladı.
ABD’nin o ya da bu şekilde Hamas ile görüşerek rehin tutulan hayattaki son ABD vatandaşının salıverilmesini sağlaması, daha geçen hafta Gazze’deki saldırılarını genişletme planını onaylayan Netanyahu hükümetine vurulmuş ağır bir darbe oldu. Bu, her ne kadar ABD’nin İsrail’in güvenliğinin garantörü olduğu gerçeğini değiştirmese de Trump’ın Netanyahu’nun tutumundan bezdiğini gösteriyor. Dahası İsrail kamuoyunda kayda değer bir kesimin Netanyahu aleyhine döndüğünü gören Trump, ateşkes koşullarını yeniden hayata geçirmenin bu anlamda karşılığının olduğunu da biliyor.
İlerleyen günlerde Trump’tan İsrail iç siyasetini etkilemeye dönük daha net hamlelerin gelmesi sürpriz olmayacaktır. Ez cümle, Netanyahu’nun sürecin başından beri sergilediği saldırgan ve nobran tutumun Washington’da bile karşılığının olmadığı görülüyor. İsrail Başbakanı, siyasetsizliği seçenek olarak gören bir figür, Trump’ın ise hem küresel hem de bölgesel faktörlerin baskısıyla siyaset üretmesi gerekiyor. Tam da bu noktada sorulması gereken soru şu; Trump’ın bir Hamas politikası var mı?
Ortada bir “anlaşma” var mı?
ABD Başkanı, siyasetini ABD’yi dünyaya yön veren bir süper güç olarak tutmak üzerine kurmuş bir isim ve gerek iç gerekse de dış faktörlerden kaynaklı olarak ülkesinin bu gücünü yitirmekte olduğunu görüyor. Bunun nedeninin kendisinden önceki başkanların dünyanın çeşitli yerlerinde başlattığı savaşlar olduğunu düşünen Trump’a göre, ABD’nin gücünü korumasının yolu savaş değil siyaset üretmek. Siyaset üretmek de kaçınılmaz olarak ilgili tüm taraflarla pazarlık yapmayı gerektiriyor. Trump, kitaplarından birinde en iyi pazarlığın herkesin kazandığı pazarlık olarak tanımlıyor ve bunun için çabalamak gerektiğini söylüyor.
Washington’un son dönemlerde Rusya’ya, İran’a, Husilere ve Gazze’ye yaklaşımını bu temel bakış açısı belirliyor. Ancak mevcut koşullarda bu denklemde Hamas’ın aktör olarak güçlü bir yerinin olduğunu söylemek oldukça zor. Zaten ABD ile 1997’den beri terör örgütü olarak kabul ettiği Hamas arasında herhangi bir anlaşma yapılmış da değil. Hamas kanadından şimdiye kadar gelen gayriresmi açıklamalara bakılırsa onların da kalıcı ateşkesin sağlanması ve Gazze’ye insani yardımın ulaşmasının önünün açılması yönünde “beklentilerinin” olduğu anlaşılıyor. Trump kendi stratejik hesaplarına bağlı olarak bu beklentileri karşılamaya açık dursa da bunu Hamas üzerinden değil Suudi Arabistan, Mısır ve Katar gibi muhatapları üzerinden yapma yoluna gidecektir.
Yaşanan bu baş döndürücü gelişmeler üzerine can havliyle Katar’daki ateşkes görüşmelerine heyet gönderen ama görüşmelerin Gazze “ateş altındayken” süreceğini söyleyen İsrail’in süreçteki rolü ise sergileyeceği diplomatik performansa bağlı olacaktır. Zira Trump’ın Orta Doğu’daki gelişmelere bakışı, büyük ölçüde küresel güç dengesine yaklaşımıyla bağlantılı.
Trump ne istiyor?
Rusya-Ukrayna Savaşı'nı bitirmek ve İsrail’in Gazze’deki saldırılarını sonlandırmak isteyen ABD Başkanı'nın yeni bir savaş istemediği aşikar. Hatta 13 Mayıs Salı günü Riyad’da yaptığı konuşmada Suriye üzerindeki yaptırımları kaldırarak bu ülkeye bir fırsat tanıyacağını söylemesi Trump’ın Orta Doğu’da normalleşmeden yana olduğunu gösteriyor.
ABD Başkanı aynı şeyi küresel ölçekte de amaçlıyor. Bu nedenle Trump yönetimi, Gazze’de ateşkes sağlamak için Doha’da yapılan görüşmelere de, Rusya ile Ukrayna arasında 15 Mayıs Perşembe günü İstanbul'da yapılması planlanan barış görüşmelerine de desteğini açıkladı ve orada olmak istediğini dile getirdi. ABD ile İran arasında büyük kararlılıkla sürdürülen görüşmeleri de buraya eklemek gerekir. Trump, süregiden gerilimlerin ülkesinin çıkarlarına zarar vermekle kalmayıp Çin’in manevra alanını genişlettiğini düşünüyor ve savaşı finanse etmektense barışın getirilerinden yararlanmayı önceliyor.
Diğer bir ifadeyle Trump yönetimindeki ABD, Soğuk Savaş dönemindeki gibi ya da Trump’ın selefleri olan George W. Bush ya da Barack Obama gibi değil halihazırda Çin’in davrandığı gibi davranmayı daha yararlı buluyor ve müzakereye açık tüm taraflarla görüşmeye hazır bir görüntü veriyor. Hamas’ın da bu durumu iyi okuyarak Trump’la doğru bir kanal açtığı görülüyor. Bu kanal sağlıklı işlerse ateşkes tekrar hayata geçebilir. Gerçekleşmesi durumunda bu, son dönemlerde ABD ile Hamas arasında kurulan temasın en önemli çıktısı olur. Ancak buradan hareketle Hamas’ın kendisine bir zamanlar Arafat yönetimindeki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) gibi bir alan açması henüz pek mümkün görünmüyor. Bu, öncelikli olarak Filistin’in iç siyaseti ve bölge ülkelerinin tutumuyla ilgili bir durum.
Ancak ABD-Hamas hattında yaşanan olumlu gelişmeler, İsrail saldırılarında şimdiye kadar 52 bin kişinin hayatını kaybettiği Gazze’de sırf son 48 saatte 50'den fazla kişinin öldürüldüğü hesaba katılırsa tansiyonun düşmesini sağlayarak önemli bir kazanıma dönüşebilir. Mevcut koşullarda ABD ile Hamas arasındaki temasların en anlamlı çıktısı bu olacaktır.
[Doç. Dr. Serhan Afacan, Marmara Üniversitesi Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsünde Öğretim Üyesi ve İRAM Başkanıdır.]
Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Orta Doğu Haber editoryal politikasını yansıtmayabilir.