Galatasaray Lisesi ve Mülkiye’de Cemal Süreya ve Mümtaz Soysal gibi isimlerle birlikte okumuşsunuz. Fakat siz onlardandaha başka bir dünya görüşüne sahipsiniz.Nasıl bir arkadaşlığınız vardı?

Mümtaz Soysal’ı Galatasaray’dan tanıyorum. Aramızda bir merhaba olmamıştır. O zamanın Galatasaray Lisesi’nde, küçükler ağabeylerle samimî, senli benli olamazlardı.

Peki, Cemal Süreya?

Cemal Süreya ile Siyasal’da arkadaşlığımız oldu. Yollarımız, inançlarımız bambaşkaydı.

Gazeteciliğe olan merakınız ne zaman başladı?

Daha ilkokula gitmeden önce, okuma ve yazma bilmediğim halde iki çocuk dergisine abone idim. İki ilçe arasındaki posta hizmetini yürüten katırlı müvezzi dergilerimi getirdiği zaman, onları rahmetli anneme okuturdum. On iki yıl boyunca ilkokulu, ortaokulu, liseyi Galatasaray’da yatılı okudum. Kitapları kıraati çok seviyordum.

Yazmaya ne zaman başladınız?

İlk yazım (bir tercümeydi) lise öğrencisiyken Sebilürreşad’ta yayımlandı. Başta Büyük Doğu olmak üzere bütün İslâmî-millî gazete ve dergileri heyecanla takip ediyordum. Nihayet 1960’da, Sönmez Şirketi’nin yayınladığı, Yeni İstiklal haftalık gazetesinde neşriyat müdürü olarak gazetecilik hayatına atıldım.

GAZETECİLİKTE YAŞADIĞI BASKI VE CEZALAR

Yazdığınız yazılardan dolayı yarım asrı aşan gazetecilik hayatınızın büyük bir bölümü mahkeme salonu ve cezaevlerinde geçmiş. En çok sansür veya baskıya uğrayan gazetecilerden biri olarak basın özgürlüğü konusunda ne düşünüyorsunuz?

Kemalistlerin altın çağı olan CHP tek parti rejiminde, Müslümanlar için doğru dürüst basın ve fikir hürriyeti olmadı. Maalesef 1950’den sonra Demokrat Parti ve Adnan Menderes rejiminde de Müslümanlara baskı yapıldı. Askerî darbelerden sonra, 28 Şubat’ta baskılar şiddetlendi. AK Parti rejimi geniş bir basın, fikir ve inanç hürriyeti getirdi. Müslüman kesim bu hürriyeti iğtinam edip (ganimet bilip) hizmet edemiyor.

Gazete yönettiniz. Bugün yaşayan sizin rahle-i tedrisinizden geçmiş pek çok yazar var. O dönemde yaptığınız bu yayınlar, İslâm düşüncesine nasıl bir katkı sundu?

Kendimi övmekten hayâ ederim. Bir hizmetim olmuşsa, bunu başkalarının beyan etmesi uygun olur. Yirmi altı yıldır Millî Gazete’de yazıyorum. Makalelerim yirmi beş büyük ciltlik bir külliyat oluşturuyor. Gelip geçici, derinliği olmayan aktüel konular üzerinde durmuyorum. Gerçek gündem maddelerini işliyorum. Çareler, çözümler, teklifler, temenniler, olumlu tenkitler getiriyorum. Yazılarımın edebî üslubu ve derinliği konusunda hiçbir iddiam yoktur. Temas ettiğim konular hususunda iddialıyım.

MEDYAYI BAŞARAMADIK

“Merkez medya” tanımı son yıllarda değişti. Muhafazakâr kesim kendi medyasını oluşturdu. Medyada bugün gelinen noktaya bakınca ne görüyorsunuz?

Türkiye’de çok konu, kurum dejenere edildi. Bunların başında medya geliyor. Çoğunluğu oluşturan Sünnî Müslüman kesim medya konusunda gerekeni yapamadı. Ümmet birliği olmadığı için her cemaat, grup, hizip, tarikat kendi yayın organını çıkardı.

Ne olmalıydı?

İslâmî kesime, bayi satışı bir milyon olan bir gazete, yine satışı bir milyon olan haftalık bir dergi, bir milyonluk aylık bir dergi, her gün beş milyon vatandaşın seyredeceği güçlü bir TV gerekir. Bunu başaramadık. Müslümanların, aylık dergilerini 110 dilde her ay 100 milyon adet yayınlayan Yahova Şahitleri’nden ibret alması ve utanması gerekir.

Dikkatimi çeken, yazılarınızda “güçlü ve vasıflı Müslüman olmak” konuları üzerinde durmanız. Güçlü ve vasıflı Müslüman nasıl olur?

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona), “Kuvvetli Müslüman, zayıf Müslüman’dan hayırlıdır” buyurmaktadır. Müslümanı güçlü kılan unsurlar nelerdir? Birincisi, tahkîki güçlü iman. İkincisi, İslâm’ı doğru bilmekle ilgili ilim. Üçüncüsü, sağlam genel kültür. Dördüncüsü, yüksek ahlak ve fazilet. Beşincisi, estetik- sanat- güzellik boyutuna sahip olmak. Altıncısı, râşid ve muktedir bir İmam’a veya Emir’e biat ve itaat. Yedincisi, ihlas. Sekizincisi, alabildiğine fedakârlık ve feragat ruhu.

Böyle vasıflı, güçlü, tuttuğunu koparır Müslümanlar gerçek İslâm medreselerinde ve İslâm mekteplerinde yetişir. Müslümanların, İngiltere’deki Eton Koleji’nden üstün medreseler ve mektepler açması zarurî şarttır.

Medeniyet yazılı kültürle olur” sözü size ait. Yazılı ve medenî İslâm kültürüne sahip olmak için ilk nereden başlayacağız?

Bugünkü şifahî-sözlü kırsal kesim ve taşra-bedevî kültürüyle köy olmaz, kasaba olmaz. Müslümanlar zilletten kurtulup aziz olmak, kurtulmak, yücelmek istiyorlarsa, mutlaka yazılı medenî İslâm kültürüyle mücehhez olmalıdır. Bunun başı, her Müslüman’ın Osmanlıca bilmesidir. İslâm liseleri açılmalı ve bunlar dünyanın en ileri ülkelerinin mektepleri seviyesinde olmalıdır. Müslümanların kendi yüksek medreseleri ve mektepleri olmadan şifahî kültürden medenî kültüre geçiş mümkün değildir. Eğitime, doktorluktan, mühendislikten, hukuktan daha fazla önem vermeliyiz. Bugünün medyası, gayr-i millî eğitimi, toplum yapısı insanımızı sersemletiyor, akılları dumura uğratıyor. Bu kısır döngü mutlaka kırılmalıdır.

Dünyada bir örneği var mı?

Bu konuda Singapur’u örnek alabiliriz. Japonlar, o son derece zor ve çetrefil millî yazılarını değiştirmediler; ilimlerde, fenlerde, kültürde, sanatta, sanayide, her konuda harikalar meydana getirdiler, bir sürü Nobel kazandılar. Biz, lise mezunu gençlerimize mantık kültürü bile veremiyoruz.

Siz bir yazınızda Müslüman halkı, bilhassa gençleri İslâm medeniyeti ile medenîleştirecek eğitim, hizmet ve faaliyet çığırının açılması gerektiğini ifade ediyorsunuz. Bu hangi kurumun çatısı altında yapılabilir?

Bu iş, bir cemaatin, bir tarikatın, bir hizbin veya fırkanın tek başına yapabileceği bir şey değildir. Türkiye Müslümanlarının birleşmeleri, tek bir ümmet haline gelmeleri, ümmetin mükemmel bir ortak ıslah, kalkınma ve kurtuluş plan, program ve projesi olması gerekir. Bu hizmet ucuz, kolay, yüzeysel reçetelerle halledilemez. Müslüman kesimdeki bütün âlimler, fikir adamları, güçlü şahsiyetler bir araya gelecek ve ortak çalışmalar yapacak ki, bunlar olsun.

Birleşmek mümkün mü?

Zamanımızda maalesef Müslümanlar, birleşmemek konusunda birleşmişlerdir.

ESTETİK BOYUTA SAHİP OLMAYAN İSLÂM TOPLUMU AYAKTA DURAMAZ

Cumhuriyet’ten sonra tezyinî sanatlarımızla (hat, tezhip, minyatür) aramıza mesafe girmişti. Bu sanatlar, sanat olarak görülmüyordu. Özellikle son 15 yıldır bu sanatlar yeniden altın çağını yaşıyor. Kimileri Osmanlı sanat geleneğinin bittiğini, bugün yapılan eserlerin geçmişin bir taklidi olduğunu söylüyor.

Müslümanlar İslâmî ve millî sanatlarımızı çok ihmal ettiler, bütün güçlerini siyasete verdiler. Son yıllarda hat, tezhip, ebru gibi birkaç sanatta büyük ilerleme oldu ama yeterli değildir. Bizim üç yüz kadar geleneksel millî-İslâmî sanatımız vardır, bunların hepsi canlandırılmalı ve yaygın hale getirilmelidir. Bütçesi müsait, orta halli bütün Müslüman evlerine başta hat sanatımız olmak üzere İslâm sanatları girmelidir. Sanat eserleri, İran’da olduğu gibi ucuz olmalıdır. Bütün imam-hatip okullarına ve Kur’an kurslarına sanat dersleri konulmalı ve öğrencilerine bir sanat mutlaka öğretilmelidir. İslâm, güzellik dinidir. Estetik boyutuna sahip olmayan bir İslâm toplumu ayakta duramaz.

Müslümanların İslâm sanatlarına olan ilgisi hâlâ zayıf, geliri iyi olan Müslümanlar İslâm sanatlarının manasını bilmediği için evine sanat eseri almıyor. Müslümanların geliri arttı, iyi evlerde oturuyor, iyi arabalar kullanıyorlar. Fakat sanat konusunda aynı gelişimi göremiyoruz, neden?

Sanatsızlık, kırsal kesim taşra kültürünün neticesidir. Müslüman idareciler, ulema, fukaha, şeyhler, mürşidler, ziyalı aydın Müslümanlar, düşünürler, nüfuzlular halkı sanata teşvik etmelidir. Mesela her gerçek şeyh, maddî imkânı müsait olan müritlerine “Evinize orijinal hatlı ve orijinal tezhipli güzel bir Hilye-i şerif levhası asacaksınız” emrini vermelidir. Bir cep telefonuna üç bin lira veren bir Müslüman’ın, evine üç bin liralık bir hüsn-i hat levhası alıp asmaması büyük fakirlik ve akılsızlıktır. Adamın cep telefonu binlerce liralık, kalemi ise bir iki liralık berbat bir tükenmez. Bu da korkunç bir kültürel çelişki ve rezalettir.

Osmanlı estetik ve sanat anlayışını günümüze taşıyabiliyor muyuz?

Maalesef taşıyamıyoruz. Osmanlı Devlet-i Âliyesi batış yıllarında Sultanahmet Cezaevi binasını yaptırmıştı ki bir mimarlık şaheseridir. Biz bugün imam-hatip okullarımıza, Kur’an kurslarımıza, pansiyon ve yurt binalarımıza yüksek sanat ve estetik veremiyoruz. Bu geriliğimizin ve noksanımızın sebebi vasıflı ve ehliyetli Müslüman yetiştiremeyişimizdir.

Bazı mütefekkirler, kültürün çöktüğünü ve inşa etmek için geç kalındığını söylüyor. Kültür çöküşünün telafisi var mı?

Bin yıllık bir kültür elli senede çökertilebilir, çökebilir. Kültür yapısı çökünce onu tekrar ihya etmek çok ama çok zordur. Çöken kültürümüzü müceddeden ihya etmek için dört başı mamur, efradını cami, ağyarını mani bir “Kültür İhya ve Islah Projesi” hazırlanması gerekir.

Bunu kimler hazırlayacak?

Bu projeyi şu veya bu cemaat veya tarikathazırlayamaz. Ortaklaşa hazırlanmalıdır.

İLK CUMHURİYET’İN ZENGİN TÜRKÇESİNE DÖNÜLMELİ

Siz “Lisanını ve millî kültürünü yitiren toplum, millî kimliğini ve gücünü de yitirir” diyorsunuz. Dil buhranı yaşadığımız gerçek. Peki, millî kültürümüz ne durumda?

Türkiye Müslümanlarının en birinci kültür aleti ve vasıtası edebî yazılı Türkçedir. Bugün maalesef üç-beş yüz kelimelik, son derece fakir bir sokak ve medya Türkçesi(?) kalmıştır elimizde. En kısa zamanda 1920’lerin, ilk Cumhuriyet’in zengin Türkçesine dönülmelidir.

Bütün lise ve üniversite mezunları, en büyük klasik şair ve edibimiz Fuzûli’yi okuyup anlayacak derecede zengin Türkçeye vâkıf olmalıdır. Sokağın günlük iletişim Türkçesiyle necat, felah ve yücelme olmaz. Alfabe ve öz Türkçe devrimlerinin yol açtığı kopukluğun mutlaka tamiri gerekir.

1920’lerin zengin edebî Türkçesine dönülmesi gerektiğine dikkat çekiyorsunuz. Bu dönüş nasıl olacak?

AK Parti iktidarı, Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde ücretsiz Osmanlıca kursları açmıştır. Bütün lise ve üniversite öğrencilerimiz, bütün halkımız bu kurslara kaydolarak bin yıllık millî ve İslâmî yazımızı mükemmel şekilde öğrenmelidir. “Ben ileride doktor veya mühendis olacağım, bana Osmanlıca gerekmez” diyenlere şaşılır. Benim kızım olsa, Osmanlıca bilmeyen cahil damat adayına vermem.

ABD SOVYET İMPARATORLUĞU GİBİ YIKILACAKTIR

Müslüman gençler, Batı kültürünün tesiri altında. Bu zaman zaman İslâm kültürüne de baskın geliyor. Buna neden direnemiyoruz?

Biz genellikle ne İslâm’ı dosdoğru biliyoruz, ne de Batı kültürünü. Batı medeniyeti hâlâ güçlüdür ama çöküş ve yıkılış sürecindedir. ABD, Sovyet imparatorluğu gibi yıkılacaktır, Avrupa’nın çöküş sürecinde olduğunu, onların nice düşünürü ve filozofu bile itiraf ediyor. Kültür krizimiz, kültür eksikliğimiz ancak iyi bir eğitim sistemi ve güçlü okullarla giderilebilir. Eğitim sistemimiz millî kimlik, millî kültür, evrensel insan hakları üzerine kurulmalıdır.

Türkiye 15 Temmuz darbe girişimiyle bir hayli sarsıldı. Siz bu konuda yazılar yazdınız. 15 Temmuz olayını nasıl kaleme almalıyız? Nasıl yazmalıyız?

Aradan bir yıl geçti, 15 Temmuz darbesinin mahiyetini, künhünü, içyüzünü anlayamadık. Kültürsüzlük yüzünden, sebeplerle neticeleri birbirinden ayırt edemiyoruz. 15 Temmuz darbesi ile ilgili ciddî analizler yok denecek kadar az. Her ciddî konuda olduğu gibi kültürsüzlük ve yetersizlik karanlıklarında bağırıp çağırıyoruz.

YIKICI BİR 3. DÜNYA SAVAŞI YOLDA

Siz ocak 2017’de “Hilafet 2024’te kurulacaktır” başlığıyla bir yazı yazdınız. O yazıda çok büyük savaşlar olacağını, sonrasında İslâm dünyasının birleşip selamete kavuşacağını söylüyorsunuz. Hilafetin hangi çatı altında olacağını öngörüyorsunuz? Bu öngörüleri hadislerden hareketle mi yoksa dünyanın gidişatını okuyarak mı yapıyorsunuz?

Ehl-i Sünnet uleması, fukahası, meşayihi âhir zamanda Mehdi Hazretleri’nin zuhur, İsa Aleyhisselam’ın nüzul edeceği konusunda ittifak etmiştir, bu hususta icma bulunmaktadır. Dünya yaman bir üçüncü genel savaşa doğru hızla ilerlemektedir. Bu savaş nükleer, kimyasal, biyolojik silahlarla yapılacak, (Allah bizi korusun) büyük insan kıyımı ve korkunç tahribat olacaktır. Şu “Bir şey olmaz, bir şey olmaz be!..” diyenlere bakmayın. 2017 yılında, 1914’te, 1939’da olandan fazla gerginlik vardır.

“Nur çağının geleceğine dair çok büyük ümidim var” diyerek aslında İslâm dünyasının bu savaş ortamından kurtulacağına ve dünyanın İslâmlaşmasına işaret ediyorsunuz. Nur çağı ile anlatmak istediğiniz nedir?

Büyük savaşlardan, büyük tahribattan, büyük facialardan sonra Mehdi Hazretleri’nin altın çağı başlayacak ve yedi yıl kadar sürecektir. Dünya adaletle, huzurla dolacaktır. Aradaki dehşetli savaşlardan, kıyım ve kırımlardan sonra o çağa kimler erişir bir şey diyemem.