Ersin Çelik

Kemal Kılıçdaroğlu’nun “tarihi” ABD’de gezisinden Türkiye kamuoyuna yansıyan en önemli gündem maddesi kayıp 8 saat hadisesi oldu. Kendisi de kaybolduğunu söylüyor zaten. Bir siyasetçi buradan beraberinde ABD’ye götürdüğü gazetecileri dahi atlatıyorsa, o 8 saat hemen her fırsatta konuşulur. Boston’dan başlayan, New York’ta mola verilen ve Vaşington’da biten 700 kilometrelik yolculuğa da her türlü senaryo yazılır. Yazılmaması mümkün değil.

Seçimlere 8 ay var. Altılı masa ikinci tur görüşmelere başladı. Ortada bir aday yok ama öne çıkan, çıkarılan, kendisini zorla aday ilan ettiren Kemal Kılıçdaroğlu 4 günlüğüne ABD’ye gidiyor. “İcazet almaya gitti” denildi, deniliyor, denilmeye devam da edecek. Kemal Bey her ne kadar “birisinden icazet almanın mantığı yok” diyerek itiraz etse de böyle bir ziyarete politik anlamlar yüklenmesi çok normal değil mi? Hem de adaylık çalışmaları devam ederken.

Tamam icazet almaya gidilmedi. Bu bir yorum ve zaten basına yansıyan ve geziye davet edilen gazetecilerin aktardıklarına göre Kılıçdaroğlu politik görüşmeler yapmamış. Hatta talepleri reddetmiş.

Ne yani bilim çevresinden birkaç isimle görüştü. Okulların tatil olduğu gün öğrencilerle buluştu. Bir de 8 saat ortadan kayboldu. Sonra da ülkeye döndü. Bu mu? Değil.

Kılıçdaroğlu, Vaşington’da çok önemli bir grupla masaya oturdu. ‘Center for American Progress’ kuruluşu ile basına kapalı yapılan görüşmeye dikkat çekmek istiyorum. Bu görüşme basına kapalıydı ve Kılıçdaroğlu’nun seyahatini takip eden gazeteciler bile içeri alınmadı.

Neyse ki Orhan Bursalı, bu toplantının katılımcıları hakkında birkaç bilgi kırıntısı aktardı Cumhuriyet’teki köşesinden. Hem de övgüye yakın cümlelerle. Bursalı’nın yazısına bakarsak, aslında ABD, hükümet olarak Kemal Kılıçdaroğlu’na “el altından” hayli ilgi göstermiş: “Toplantıya katılanların arasında ABD Dışişleri Bakanlığı’nda görevlendirilmiş 5-6 yetkili, birkaç senatörün ve Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in bürosundan da katılanlar olduğunu öğrendik. Ayrıca Savunma Bakanlığı’ndan görevliler de toplantıyı izlediler.

Toplantıya katılanlar söz aldıklarında isimlerini söylüyorlar ancak söz almayanlar sadece dinleyici pozisyonunda kalıyorlar ve görevleri tam olarak bilinmiyor.

Hükümet kanadından katılımcılar sadece dinlemekle yetinmiş, soru sormamışlar.

Amerikan hükümeti tarafından alt düzeyde bile olsa 10 kişiyi aşkın yüksek katılım, şüphesiz siyasi ilginin bir göstergesi.”

Kılıçdaroğlu’na ABD’de gösterilen siyasi ilgili bu mudur yani? Bir düşünce kuruluşu ile yapılan görüşmeye ABD Başkan Yardımcısı Kamala Haris’in bürosundan katılım olmasını mı önemseyeceğiz?

Ancak burada önemli olan ‘Center for American Progress’ in sıradan bir düşünce kuruluşu olmaması. CIA’nın gölgesi ve FETÖ ile zaman zaman iş tutmalarına hiç değinmeyeceğim.

Amerikan siyasetindeki gücü ve etkisi çok bariz ama. Demokratların 2016’daki adayı Hillary Clinton’un 2016 yılındaki seçim kampanyasının başındaki John Podesta, ‘Center for American Progress’in kuruluşunun da kurucusu aynı zamanda. John Podesta’nın kardeşi Tony Podesta ile kurduğu Podesta Group ise yaklaşık 35 yıldır ABD’nin başkentinde müşterileri için Kongre’de ve yönetim nezdinde lobi faaliyetleri yürütüyor. Barack Obama yönetimiyle yakın ilişkisi olan Podesta kardeşler, Washington’daki en etkili ve güçlü lobicileri olarak anılıyorlar.

Birçok uluslararası şirket ve ülke Washington’daki lobi faaliyetleri için, Kılıçdaroğlu’nun masaya oturduğu düşünce kuruluşunun hamisi Podesta Group’un müşterileri arasında yer alıyor. ABD Başkanı Joe Biden’ın 2021 yılında özel danışman olarak atadığı Neera Tanden ise Center for American Progress’ın önceki başkanı.

‘Ne var bunda’ diyecekler olacaktır. Ben zihnimdeki aktarayım, yorumu siz yapın. Kılıçdaroğlu, “Gitmişken neden senatörlerle görüşmediniz?” sorusuna “Tercih etmedim” yanıtını vermiş. Bu kadar! Ancak basına kapalı görüştüğü düşünce kuruluşunun faaliyet alanları bize bir şeyler söylüyor. Bu düşünce kuruluşu Demokrat Partili Barack Obama, Hillary Clinton ve Joe Biden’ın seçim kampanyasını bilfiil yürütmüş. İnsan kaynaklarının merkezi olmuş.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını ilan etmeden ABD’ye gidip, hiçbir resmi devlet görevlisiyle görüşmeden Türkiye’ye dönmüş olmasını hafife alanlar, mizahını yapanlar yanılıyorlar. Gayet üst düzey görüşmeler yaptı Kılıçdaroğlu.Hem de Donald Trump’ı ABD Başkanlığı’ndan tasfiye eden ekiple masaya oturdu. Böylesine gücü ve tecrübesi olan bir kuruluşla da havadan sudan konuşmamışlardır herhalde. ABD’li düşünce kuruluşunun; potansiyel bir adayın adaylığını nasıl ilan etmesi gerektiğini, seçim kampanyasını yürütme biçimini, dijital kampanyaların yönetimini ve sosyal medya verilerinin kullanım biçimlerini çok iyi bildiklerini, uyguladıklarını tüm dünya biliyor. Konuşulan konular bunların dışında olabilir mi? Joe Biden’ın ABD Başkanı seçilmeden önce Türkiye’de muhalefeti destekleyerek AK Parti iktidarını değiştireceğine dair sözlerini hatırlayın. O destek sözü bu görüşmeyle ete kemiğe büründürülmüş olamaz mı?