Kıbrıs’ta taraflar arasında Birleşmiş Milletler (BM) aracılığıyla gayriresmi görüşmeler devam ederken çözüm için ortak bir zemin bulunamaması resmi müzakerelerin başlamasına engel oluyor.

Kıbrıs’ta adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir anlaşma sağlamak amacıyla Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında 1968’te başlayan müzakerelerde özellikle 2004’teki Annan Planı ve 2017’deki Crans Montana süreçleri çözüme en çok yaklaşılan dönemler oldu. Ancak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) uzlaşmaz ve maksimalist tavrı ve Kıbrıs Türk tarafını eşit görmeyen tutumu, Ada’daki zenginliği ve yönetimi paylaşmama yönündeki ısrarı nedeniyle yarım asrı aşan görüşmelerden hâlâ netice alınabilmiş değil.

Bu hususta önemli nokta, bilhassa Crans Montana ile yıllarca görüşülen, iki tarafın ortaklığına ve temelde paylaşmaya dayanan federasyon tezinin Türk tarafı nezdinde geçerliliğini yitirmesi oldu. Türkiye ve KKTC, Crans Montana’nın ardından egemen eşitlik temelinde Ada’da iki devletli çözüm modelini benimsedi. Özellikle Ekim 2020’de KKTC’de Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle, “egemen eşitliğe ve Kıbrıs’ta iki devletin iş birliğine dayalı çözüm” modeli başta BM yetkilileri olmak üzere uluslararası tüm muhataplara aktarıldı ve aktarılmaya devam ediyor. Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri de Kıbrıs’ta “iki devletli” çözümü desteklediklerini her platformda dile getirmeyi sürdürüyor.

Türk tarafı bu yeni pozisyonunu, 27-29 Nisan’da Cenevre’de gerçekleştirilen, Kıbrıs’taki tarafların yanı sıra garantör ülkelerin de katıldığı gayriresmi 5+BM Kıbrıs Konferansı’nda resmi olarak masaya getirdi. Cumhurbaşkanı Tatar, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in davet mektubunda yer alan çözüme ilişkin “yaratıcı fikirlerle gelme” çağrısını da dikkate alarak, Kıbrıs’ta kalıcı çözüm için Guterres’e altı maddeden oluşan bir öneri sundu. Önerinin ilk maddesinde, Kıbrıslı Türkler ve Rumların eşit uluslararası statüsünün ve egemen eşitliğinin güvence altına alındığı bir kararın BM Güvenlik Konseyinde (BMGK) kabul edilmesi için Genel Sekretere inisiyatif alma çağrısı yer aldı. Ancak konferansa hazırlıksız gelen Rum tarafı, Türk tarafının yeni önerisini reddetti ve müzakerelerin Crans Montana’da kaldığı yerden devam etmesi yönünde çağrıda bulundu. Bunun üzerine müzakereler ortak bir zemin bulunamadığı için yeniden sonuçsuz kapandı.

RUM KESİMİNİN GÜVEN ZEDELEYEN HAMLELERİ

Cenevre’deki gayriresmi konferansın ardından BM’nin Kıbrıs’taki taraflar arasında ortak zemin arayışı sürerken, Rum tarafından bu süreçte gelen bazı hamleler Ada’daki gerginliği artırıyor. Örneğin, Rum Bakanlar Kurulunun 23 Ağustos’ta, bazı KKTC’li siyasetçiler ile Kapalı Maraş'ın açılması sürecine müdahil olanlara yönelik sözde Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportlarını iptal etme, yenilememe veya pasaport vermeme yönünde karar alması iki taraf arasında gerginliğe neden oldu.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve KKTC Cumhurbaşkanı Tatar’ın, Kapalı Maraş’ta taşınmazı olanlara Taşınmaz Mal Komisyonuna başvuru yapmaları çağrısına karşın Rum tarafı başvuruda bulunanları ve bulunmaya niyetli olanları “hain” ilan etme yönündeki politikasını sürdürüyor. Kıbrıs Türklerinin 1960 anlaşmalarıyla sahip oldukları yasal hakları neticesinde alınan pasaportların iptali ve Rum kesiminin “istediğimizin pasaportlarını iptal ederiz” yönündeki kararı, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir "Kıbrıs Rum Cumhuriyeti"ne dönüştüğünün de en açık göstergelerinden biri. Ağustos sonunda Amerikalı Senatör Bob Menendez’in GKRY’de yaptığı “son Türk askerinin Ada’dan ayrıldığını görme” hedefine ilişkin açıklaması ve ziyaret sırasında “III. Makarios Büyük Haç Nişanı” ile ödüllendirilmesi de ayrı bir gelişme olarak kayıtlara geçti ve Türkiye ile KKTC makamlarınca şiddetle kınandı.

Rum medyasında 8 Eylül’de çıkan, GKRY Eğitim Bakanlığının orta eğitimde kullanılan “Oxford Discover Futures 3 Workbook” isimli kitapta Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anlatan 36’ncı sayfasının yırtılması talimatı ve daha sonra kitabın “uygunsuz” olduğu gerekçesiyle toplatılması kararı da taraflar arasındaki güven ilişkisini zedeleyen gelişmelerden yalnızca biri.

Rumların, sözde münhasır ekonomik bölgede lisans verdiği enerji şirketlerinin, koronavirüs salgını nedeniyle ara verdikleri sondaj faaliyetlerine kasım-aralık aylarında yeniden başlayacağını açıklaması, taraflar arasında tansiyonu artıran bir diğer konu oldu. Son olarak Rum kesiminin, Malta bayraklı ve İtalyan sahipli bir gemi ile 3 Ekim 2021’de Doğu Akdeniz’de hidrokarbon araştırması başlatacağını duyurması, Türkiye ve KKTC’den tepki gördü. Türk tarafından yapılan açıklamalarda, Rum kesimine Doğu Akdeniz için iş birliği çağrıları yinelense de Rumlar bu çağrıyı dikkate almayarak, gerginliği tırmandırmayı sürdürüyor.

Diğer taraftan Rum lideri Nikos Anastasiadis, Kıbrıs Türklerine yönelik, KKTC’yi bırakarak, 1960 Anayasası’na dönme çağrısı yapıyor. Fakat KKTC’de federasyonu savunan kesim bile bu öneriyi “anlamsız” bulurken, Anastasiadis’in bunu sadece “bir şeyler önermiş olmak için” ve “zamana oynamak için” gündeme getirdiği görüşü Ada’da hâkim. 1963’te Ortaklık Cumhuriyeti’ni yıkan tarafın Rumlar olduğu da düşünülünce, bu önerinin Türk tarafınca kabul görmesi oldukça uzak bir ihtimal.

TARAFLAR POZİSYONUNU NEW YORK'TA DA KORUDU

Guterres ile Kıbrıs’taki iki lider son olarak 27 Eylül 2021’de New York’ta gayriresmi bir öğle yemeğinde bir araya geldi. Görüşme öncesi ve sonrası yapılan açıklamalarda taraflar pozisyonlarını koruduklarını ifade ettiler. Böylelikle taraflar arasında “resmi müzakerelere” geçiş hususunda, Cenevre’deki konferanstan bu yana, ortak bir zeminin olmadığı bir kez daha teyit edildi.

KKTC Cumhurbaşkanı Tatar, toplantı sonrasında yaptığı açıklamada, “egemen eşitlik” kavramına vurgu yaparken, resmi müzakerelerin ancak Kıbrıs Türklerinin “egemen eşitliği ve uluslararası eşit statüsü” kabul görürse başlayabileceğini yineledi. Öte yandan, Kıbrıs’taki şartların iyileştirilebilmesi için iki ayrı devlet olarak, 12 teknik komitenin daha da güçlendirilmesi ve sağlık gibi çeşitli konularda alacakları kararlarla iki halkın günlük yaşamına dokunacak çalışmalara destek vereceklerini belirten Tatar’ın, Rum kesimiyle her konuda iş birliğine açık olduklarını yinelemesi önemli.

Anastasiadis ise BM parametreleri olan iki toplumlu, iki kesimli ve iki kurucu devletli federasyon modelini desteklemeye açık olduklarını yineledi. Ancak BM parametrelerinin görüşüldüğü ve Türk tarafının yapıcı tutum sergilediği son Crans Montana sürecinde masayı deviren taraf olan Anastasiadis’in bu açıklamalarının ne kadar samimi olduğu tartışılmaya devam ediyor. Bilhassa Anastasiadis’in “sürekli karar değiştiren” tavrını bilen Türk tarafı, Rum kesimiyle eşit şartlarda anlaşma safhasına gelindiğinde Rum tarafının geri adım atacağını, tecrübeyle sabit olarak, iyi biliyor. BM’den ise görüşmeye ilişkin henüz bir açıklama gelmemesi dikkat çekiyor. Müzakerelerin seyrinin ne olacağı belirsizliğini koruyor.

TÜRK TARAFININ ''İKİ DEVLETLİ'' ÇÖZÜM ÖNERİSİ

New York’ta gerçekleştirilen görüşmelerin ardından resmi müzakerelere geçilemeyeceği teyit edilmiş oldu. Türk tarafı, “egemen eşitlik ve eşit uluslararası statünün” pazarlık konusu olamayacağını muhataplarına bir kez daha iletti. Böylelikle KKTC, on yıllarca müzakere edilen ve sonuç alınamayan federal temelli çözüm modelinden vazgeçtiğini ve Türkiye’nin de desteklediği yeni vizyonundan geri adım atmayacağını tüm dünyaya göstermiş oldu.

Kıbrıs meselesinde yakın bir zaman resmi müzakerenin ve anlaşma sağlanmasının pek mümkün görünmemesi, yıllardır ambargolar altında yaşayan Kıbrıs Türkleri için şüphesiz olumsuz bir gelişme. Ancak bu süreçte KKTC Cumhurbaşkanı Tatar ve ekibi, önlerindeki zamanı iyi kullanarak başta BM yetkilileri olmak üzere tüm uluslararası muhataplarına, pozisyonlarını, Ada’nın gerçeklerini ve her zaman diyaloğa açık olduklarını anlatmaları ve göstermeleri gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM 76’ncı Genel Kurulundaki konuşmasında, Kıbrıs meselesine ilişkin yaptığı açıklamalar da bu kapsamda önem arz ediyor. Erdoğan, Kıbrıs’ta eşit statüyü önceleyen, çözüm odaklı bir vizyona önem verdiklerini ifade etti. Türkiye’den en üst perdeden alınan bu destek, Cumhurbaşkanı Tatar’ın elini uluslararası arenada da güçlendirecek. Ayrıca Erdoğan’ın konuşmasında, Doğu Akdeniz’deki sükunet ortamının devamına ve deniz yetki alanlarının paylaşımına ilişkin sorunların uluslararası hukuk ve iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde çözülmesine değinmesi, Türk tarafının Doğu Akdeniz’de gerginliği artıran taraf olmak istemediğinin de en açık göstergesi.

ULUSLARARASI TOPLUMA DÜŞEN GÖREV

Kıbrıs’ta çözümün sağlanması hususunda uluslararası topluma da büyük görevler düşüyor. 1963’ten bu yana “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin konforunu yaşayan ve uluslararası arenada Ada’nın tek temsilcisi muamelesi gören Rum kesimi, en çok uluslararası toplumdan güç alıyor. BM’nin mevcut parametrelerde, Ada’nın gerçekliğine uygun olacak şekilde, yıllarca değişikliğe gitmemesi ve AB’nin, 2004’te haksız bir şekilde üye olarak aldığı Rum kesimine sınırsız desteği, Rum kesiminin bir başka özgüven kaynağı. Rum tarafı, tarihsel süreçte, müzakereler sırasında iş siyasi eşitliğe geldiği zaman masayı devirirken, yoluna Kıbrıs Cumhuriyeti olarak devam etmeyi seçti. Bu konuda herhangi bir tepki/yaptırım görmüyor olması Rum tarafını müzakere masasında “sorumsuz” tavır sergilemekten alıkoymuyor.

Rum tarafını bu konfor alanından çıkaracak ve Kıbrıs Türkleriyle eşit olarak müzakere etmeye yönelik uluslararası yaklaşım, hiç şüphesiz Kıbrıs konusunun çözülmesine etki edecek. Ancak Rumların ilk kabul etmesi gereken, Kıbrıs Türkü ile eşit statüyü sahip oldukları gerçeğidir. Uluslararası toplumun da taraflara eşit muamele etmesi, sorunun çözümüne ışık tutacak. Yıllardır üzerinde müzakere edilen ancak bir uzlaşıya varılamayan BM parametrelerinin ve müzakerelerin seyrinin değişmesi konusunda BM’ye önemli rol düşüyor. BM gerek Kıbrıs için özel bir temsilci atanması konusunda gerek müzakerelerin yeni seyrinde kilit role sahip. BM’nin Ada’nın gerçeklerine ve günümüz şartlarına uygun çözüme ulaşılması için daha esnek davranması ve mevcut parametrelerde değişikliğe açık olması, müzakerelerin de önünü muhakkak açacak.