Irak İçişleri Bakanlığı, saldırının üç SİHA ile gerçekleştirildiğini, ancak ikisinin güvenlik güçleri tarafından imha edildiğini açıkladı. Olayın yapılış şekli ile bir suikast girişimi olduğu belirtildi.

Saldırının doğrudan Kazımi evdeyken evine yönelik yapılması, söz konusu saldırının üç SİHA ile gerçekleştirilmeye çalışılması, Kazımi ve ailesinin doğrudan hedef alındığının bir göstergesi olarak kayıtlara geçti.

ORSAM’dan Bilgay Duman’ın ‘’Kazımi’ye Yönelik Suikast Girişimi Nasıl Okunmalı?’’ analizinden satırbaşları:

''Bununla birlikte söz konusu saldırı, sıradan bir suikast girişimi değil. Aynı zamanda da siyasi bir suikast girişimi. Zira 10 Ekim 2021 tarihinde gerçekleştirilen Irak Parlamento seçimlerinin ardından seçimlerde büyük bir güç kaybı yaşayan ve Irak’ta İran’a yakın Şii milis grupların siyasi organlarının yer aldığı bir ittifak olan Fetih Koalisyonu’nun seçimlerde hile yapıldığına dair iddiasının ardından yaşanan protesto gösteri ardından söz konusu suikast girişiminin gerçekleştirilmiş olması dikkat çekici. Nitekim bir süredir Şii milis gruplara bağlı protestocular Bağdat’ta seçim sonuçlarına itiraz ederek, protesto gösterisi düzenliyordu. Söz konusu eylemler kitlesel bir harekete dönüşmemiş ve katılım sınırlı kalmış olsa da Irak güvenlik güçlerinin müdahalesi sonrası bazı göstericilerin çadırlarının yakılması ve dağıtılması, ayrıca 2 göstericinin hayatını kaybetmesi sonrası milis gruplar ve Irak güvenlik güçleri arasındaki gerginliği arttırdı.

Irak’taki en etkili Şii milis gruplardan biri olan, İran’a yakınlığıyla bilinen ve ABD’nin terör listesinde bulunan Asaib Ehlil Hak’ın lideri Kays el-Hazali, hayatını kaybeden protestocuların cenaze törenini sonrasında yaptığı açıklamada Kazımi’yi hedef alarak, bunun hesabının sorulacağını, Kazımi’nin yargılanmasının boynunun borcunu olduğunu ifade etti. Ayrıca Hazali, Bağdat’taki Yeşil Bölge’yi hedef alacak istihbarat teşkilatlarına bağlı tarafların olası saldırı girişimine karşı uyarıda bulundu. Aynı şekilde Irak’taki en büyük Şii milis gruplardan biri olan Bedir Örgütü’nün lideri ve Fetih Koalisyonu’nun başkanlığını yürüten Hadi el-Amiri de yaptığı açıklamada protestoculara yönelik güvenlik güçlerinin tavrının hesabının sorulacağını ifade ederek, Kazımi’yi tehdit eden ifadelerde bulundu.

Bu açıklamalar hükümet ile milis gruplar arasındaki tansiyonu yükseltirken, gerginliğin Kazımi’ye yönelik suikastla başka bir boyuta taşındığı görülüyor. Her ne kadar İran yanlısı başka bir grup olan Ketaib Hizbullah’ın sözcüsü Ebu Ali el-Askeri sosyal medyada paylaştığı mesajında “hiç kimse eski bir başbakan için insansız hava aracı kaybetmez” açıklamasını yaparak söz konusu saldırıda ilk akla gelen şüpheli taraf olma sorumluluğunu üzerinden atmaya çalışsa da İran yanlısı grupların telegram kanalı Sabereen News’de yayınlanan mesajda düşmanların ortadan kaldırılacağının açıklanmasından sonra söz konusu saldırının yapılması olağan şüphelilere dair ipucu sunuyor.

Saldırının zamanlaması, yapılış yöntemi ve saldırı ile birlikte anılan isimler dikkate alındığında saldırı içerisinde birden fazla tarafa bir mesaj barındırdığını söylemek mümkün. Öncelikle doğrudan Kazımi’ye bir mesaj. Nitekim Askeri’nin mesajında da saldırı ile ilgili olarak “eski başbakan” ifadesinin kullanılması Kazımi’ye karşı açık bir pozisyon alındığının göstergesi. Öte yandan Kazımi ile yapıcı bir diyalog içerisinde olan ve seçim sonuçlarına ilişkin protestolara destek vermeyen neredeyse tek Şii oluşum olan, seçimlerin galibi olan Mukteda es-Sadr’a da bir mesaj veriliyor. Sadr’ın söz konusu milis gruplara ve siyasi uzantılarını sistemin dışında tutma çabaları dikkate alındığında, “dışarıda kalırsak sonuçları bu olur” mesajı iletiliyor. Nitekim bir süre önce Diyala’da Mukdadiye’de gerçekleşen IŞİD saldırısı sonucu milis grupların mezhepsel gerginliğe yol açacak eylemlerini de aynı mesajın bir parçası olarak okumak mümkün.

Saldırı aynı zamanda Kazımi’nin en büyük destekçisi olarak görülen ABD’ye de bir mesaj niteliğinde. Zira hem Kazımi’nin, Adil Abdulmehdi’den sonra başbakan olmasında hem de başbakanlığı sürecinde ABD’nin açık destek vermesi ve Kazımi’nin ABD ile birlikte ortak bir tavırla İran’a yakın gruplara karşı pozisyon alması, safları net olarak belirlemiş durumda. Nitekim Kays el-Hazali’nin protestocuların cenazesinde yaptığı açıklamada, ABD’nin Bağdat’ta gerçekleştirdiği suikast sonucu hayatını kaybeden İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve Haşdi Şaabi Genel Sekreteri Ebu Mehdi Mühendis’in ölümünden Kazımi’yi sorumlu tutması ve hesabının sorulacağını ifade etmesi, söz konusu grupların Kazimi’yi ABD’nin yanında konumlandırdığının bir göstergesi.

Bununla birlikte saldırı ile birlikte Irak’taki yönetim erkinin en üst kademesindeki kişi olan başbakanın doğrudan kendisinin değil, ailesi ile birlikte yaşadığı evin hedef alınması, saldırıyı yapan grubun tehdidinin büyüklüğünü ve yapabileceklerinin boyutunu gösteriyor. Zira söz konusu suikast girişimi 2003’ten bu yana Irak’taki bir başbakana açıktan yapılmış doğrudan ilk saldırı olma özelliğini taşıyor. Bu durum Irak’taki güvenliği son derece kırılgan olduğunu ve kimsenin güvende olmadığı mesajını da taşıyor. Bu anlamıyla saldırının Kazımi’nin yanı sıra mevcut siyasi elite ve gelecekteki siyasi liderlere yönelik tehdit içeren bir yönü de mevcut.

Ancak saldırının hemen ardından Kazımi’nin bir video mesaj ile saldırıya yanıt vermesi geri adım atmadığının bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Hatta Kazımi sosyal medya mesajında kendisinin bir kurtuluş projesi olduğunu ve olmaya devam ettiğini ifade etmesi bir meydan okuma. Saldırının hemen ardından ABD’nin “terörist saldırı” olarak bir mesaj yayınlaması da Kazımi’ye verilen desteğin net bir göstergesi. Ayrıca ABD saldırıyı terör saldırısı olarak nitelendirerek, saldırının olası failleri kim olursa olsun “terörist” damgası vuruyor ve İran’a yakın Şii milis gruplara bir mesaj veriyor. Öte yandan, saldırıyı terör saldırısı olarak nitelendiren Türkiye de Irak’ın yanında olduğunu açık bir biçimde gösterdi. Körfez bölgesinin amiral gemisi Suudi Arabistan hadiseyi terörist saldırı olarak tanımlarken, İran ise yeni bir fitne olarak değerlendirdi. İran’ın Şii grupları tek çatı altında yönlendirmek istediğini söylemek yanlış olmaz. Yine de Kazımi, Sadr ve diğer Şii gruplar arasındaki gerginlik İran’ın Irak’taki gücünü zayıflatıyor. Buna rağmen İran yanlısı grupların İran’dan bağımsız Kazımi karşıtı pozisyon alamayacağı da aşikar. Tüm bu sürecin hükümet kurma görüşmelerinin yönünü net bir biçimde etkileyeceğini söylemek mümkün. Kazımi saldırı sonrası yaptığı açıklamayla ikinci dönem başbakan olma isteğini belli etti ve söz konusu saldırının mağduriyetini kullanabilir.

Nitekim Ketaib Hizbullah ve Asaib Ehl’il Hak gibi silahlı milis gruplar, söz konusu saldırının Kazımi’nin siyasi çıkarları doğrultusunda planlandığı ve gerçekleştirildiğini öne sürüyor. Örneğin, Ketaib Hizbullah sosyal medya aracılığı ile “Kazımi mağdur rolü oynamak istiyor. Bu ABD istihbaratı tarafından yaratılmış bir tiyatrodur.” sözleriyle saldırının gerçekliğini sorguladı. Aynı şekilde Asaib Ehl’ül Hak lideri Kays Gazali ise “Eğer saldırı gerçekse açıkça kınıyor ve sorumluların adalet karşısına gelmesi gerektiğini düşünüyoruz.” sözlerini kullandı. Öte yandan saldırı yapılan ve ABD Büyükelçiliğinin de bulunduğı Yeşil Bölgenin hava sahasının kontrolünün ABD’de olduğu ve ABD’ye ait radarların söz konusu drone saldırılarını tespit etme yeteneğinin olduğu konuşuluyor. Ayrıca düşürüldüğü söylenen 2 SİHA’ya ve Kazımi’nin evine saldırı yapan SİHA’ya ilişkin görüntülerin de olmadığı iddia ediliyor. Bu nedenle Kazımi’nin ABD ile ittifak içerisinde böyle bir “saldırı oyunu” yaptığına yönelik iddialar da var. Bu noktada Şii milis grupların da hem mağdur rolünü oynayarak hem de sert güç göstererek masada varlık gösterme konusunda ısrarcı olacağı söylenebilir. Nitekim İran’ın bu konuda Şii grupları konsolide etmeye çalıştığı görülüyor. İran’ın saldırıyı kesin bir dille kınaması ve saldırıdan 24 saat geçmeden İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani’nin Bağdat’ta Kazımi ile bir araya gelmesinin ardından, Şii milis gruplarla da görüşmesi dikkat çekici. Bu noktada İran’ın Irak’taki gücünü korumaya çalıştığını söylemek mümkün. Buradan hareketle Şii gruplar arasındaki dengenin Irak’ın geleceğinin belirleyicisi olacağını söylemek yanlış olmayacak.''