Süleyman Seyfi Öğün

Hızla yaklaşan Türkiye seçimleri sâdece Türkiye’deki kamuoyuna değil, dünyâya da heyecan veriyor. Bu seçim neticesinin, her ne olursa olsun, hem küresel hem de mahallî düzeyde mevcut dengelere tesir edeceği çok âşikâr görünüyor. Uzatmayalım, meseleyi şu şekilde formüle edebiliriz; Batı, yoluna Erdoğan ve AK Parti ile devâm edecek mi?

Türk Dışişleri Bakanı’nın, mevkidaşı ile ABD’de yapmış olduğu son toplantı tam da buna işâret ediyor. Müzâkerelerde, taraflar, aralarındaki kilitlenmeyi açacak ileri bir adım atabilmiş değil. Yine uzatmadan ortaya koyalım. ABD tarafı -bunu NATO olarak da okuyabiliriz- işi bir aldım-verdim, ben seni yendim oyunu olarak kurdu. Türkiye’nin, Haziran NATO Toplantısı’na yetişmek üzere İsveç ve Finlandiya’nın üyelik başvurusunu âcilen Meclis’ten geçirmesini istiyor. Bunun mukâbilinde, gevşek bir surette F16’ların satışını onaylayabileceğini ifâde ediyor. Türkiye ise, Çavuşoğlu’nun çok açık ortaya koyduğu üzere, bu denklemi alâkasız buluyor. F16’ların verilmesini NATO dayanışmasının olmazsa olmaz gereği olarak talep ediyor. İsveç’in ise muhtıraya uymadığını, en iyimser görüş ile hâlâ yolun başında olduğunu vurguluyor. Hülâsa edecek olursak, ABD’nin birleşik paketine karşı Türkiye kompartmanlaştırıcı bir kurgu ile geliyor. Kilitlenme de burada yaşanıyor. Bu merhalede düşünmemiz gereken husus, bu kilitlenmenin neticelerinin neler olabileceğidir.

En düşük seviyede de olsa hâdiseleri takip eden herkes görüyor olmalıdır ki, tuhaf bir gidişât ile karşı karşıyayız. İsveç, akıl almaz bir biçimde Türkiye’yi tahrik edecek ve kendisinin NATO üyeliğini yokuşa sürecek adımları atmaktan geri durmuyor. İsveç’teki PKK unsurları gösteri üzerine gösteri düzenliyor. Terör liderinin görüntüsünün Türk Sefârethanesi’ne yansıtılmasıyla başladılar. Türkiye Cumhurbaşkanı’nı temsil eden bir mankenin, Mussolini’yi çağrıştıracak şekilde ayaklarından sallandırılmasıyla devam ettiler. Nihâyet ırkçı, yabancı düşmanı bir manyağın Türkiye Sefarethânesi önünde Kur’an yakmasına kadar vardırdılar işi. İsveç makamları, her defâsında bu saçmalıkları ifâde özgürlüğünün gereği olarak gördüğünü beyân etti. Türkiye’nin yumuşamasını değil, tam aksine, sertleşmesini doğuracak bu hâdiselerin arkasında nasıl bir akıl yürütme işliyor? Esas soru budur.

İhtimâllerden ilki, İsveç devlet aklının ABD baskısı ile kabûl etmek zorunda kaldığı NATO üyeliğini esâsen istemediği, kamuoyunun kısm-ı âzâmının bunun karşısında olduğudur. Bu tezi savunanlar, İsveç’in bunu savuşturmanın yolu olarak Türkiye’nin vetosunu kışkırtmak olduğunu iddia ediyor. Evet Henrik Silver gibi tanınmış gazeteciler, eski Başbakanlardan Stefan Lövfen, eski Dışişleri Bakanı Margot Wallström gibi siyâsetçilerden NATO üyeliğine şüpheyle bakanlar listesi çıkarılabilir. Ama bunun İsveç’in ortak irâdesi olduğuna hükmetmek kolay olmasa gerektir.

İkinci bir ihtimâl üzerinden Rusya’nın, Türkiye’nin hassâsiyetini bildiği için, istihbârî faaliyetlerle PKK unsurlarını devreye sokmuş olabileceğini düşünebiliriz. Rusya, NATO’nun genişlemesine kendi gücüyle mâni olamayacağı için, PKK’yı kullanmakta, Türkiye-İsveç gerilimini tırmandırmak yolunu seçmektedir. Bu ihtimâli çok zayıf bulduğumu ifâde etmeliyim. PKK’yı kontrol eden ana gücün ABD olduğunu hesâba katarsak, Rusya’nın bu kadar ileri istihbârî bir faaliyeti başarması zor görünüyor.

Üçüncü ihtimâlde ise Türkiye-İsveç gerilimini kullanmak ve keskinleştirmek sûretiyle Türkiye’nin NATO ve Batı ittifâkıyla olan bağlarını tasfiye etmenin gerekçelerini üretmek isteyen güçler sahnededir. Bu düşüncenin militan kanadına mensup yazarlar zâten hanidir yazıp çiziyorlar. Ama son olarak The Economist’in Erdoğan’ı kapak yaptığı, Erdoğan ile Türkiye’nin diktatörlüğe kayacağını ifâde eden özel sayı bunlardan daha mühim olmalıdır. Buradaki ana fikir, Türkiye’nin Rusyalaşma, Erdoğan’ın ise Putinleşmesini imâ ediyor. Bu algının altı çizilmelidir. Türkiye’nin jeostratejik konumunun onu Batı’nın nezdinde vazgeçilmez kıldığı tezi doğru, lâkin eksik bir tezdir. Evet, öyle, ama hangi veyâ nasıl bir Türkiye? Jeostrateji her zaman jeopolitik’i belirlemiyor. Benim anladığım, Batı Erdoğan’sız bir Türkiye’yi istiyor. Ama, yazıda, mevcut şartlar kendisinden yana da olsa muhalefetin beceriksizliğinin altı çiziliyor. Bu vurgu, Batı tarafından, seçimden Erdoğan’ın ve AK Parti’nin gâlip çıkacağının kuvvetli bir ihtimâl olarak görüldüğüne işâret ediyor. Eğer bunu engelleyemezlerse çok daha radikal bir adım atacaklarını hissediyorum. Bu adımın Erdoğan’lı Türkiye’yi sıkıştırmaktan ziyâde onu Batı liginden tard etmekle alâkalı olacağı anlaşılıyor. İsveç’in “hayâtî bir kıymet taşıyan NATO üyeliğine karşı çıkan”, tabiatıyla NATO’ya ihânet eden; yetmiyormuş gibi Rusya ile haşır neşir olan bir Türkiye, bu dışlamanın haklı gerekçelerini kâfi derecede veriyor olmayacak mı?..