Dr. Murat Aslan, Türkiye'de askeriyenin yapısal dönüşümünü ve yükselen savunma diplomasisini Ortadoğuhaber için kaleme aldı.

Türkiye her on yılda bir gerçekleşen darbeler dönemi sonrasında yapısal bir dönüşüm başlatmıştır. Devletin farklı kademelerindeki siyasi konsolidasyonun yanında savunma bürokrasisi reformdan geçirilmiş; on yıllara sarih kurum, kural ve yöntemler yeniden yapılandırılmıştır. Öte yandan devletin çarklarında kalıcı iz bırakan sosyal ve siyasi psikolojinin sancılı git-gellerden etkilendiği bilinmektedir. Bu kapsamda asker-sivil ilişkilerinin evrensel normlara uygun olarak “normalleştirilmesi” gerekmektedir.

Askeri vesayet Türkiye’ye mahsus bir vaka değildir. Orta Doğu başta olmak üzere birçok ülkede demokrasiye geçişin sancılı ve başarısız süreci ile sosyal arka planı askeri vesayeti mümkün kılabilmiştir. Örnek vermek gerekirse, Mısır’da 1952 “Hür Subaylar” darbesini halkın bürokrasiye erişme talebi şeklinde nitelendirmek mümkündür. Nitekim Cemal Abdül Nasır’ın General Necip’i alaşağı etmesiyle Mısır'da askeri vesayet modern döneme kadar taşınmıştır. Aynı durumu, belki biraz da farklı bir şekilde Irak, Suriye ve Libya’da müşahede etmek mümkündür. Ancak kendini hakim elit yapmak isteyen söz konusu subayların, bir anda kendi totaliter rejimlerini kurdukları görülmüştür.

- Cumhuriyetin ilk yıllarında asker-sivil ayrımı

Türkiye’deki durum Orta Doğu’nun diğer ülkelerinden biraz farklıdır. Türkiye’de Kuvayı Milliye ruhu halkın işgallere tepkisi şeklinde gelişmiştir. Erzurum Kongresi kararlarında Kuvayı Milliye tek kuvvet olarak tanınırken milli irade esas alınmıştır. Aynı anda Atatürk askerlikten ayrılmış ve sivil bir lider olarak ulusal direnişi organize etmiştir. Sivas Kongresinde ulusal düzeyde teşkilatlanan milli direniş sivil bir inisiyatif olarak halkın seçtiği Heyet-i Temsiliye tarafından idare edilmiştir.

O halde Türkiye’nin kurucu ayarlarında, diğer Orta Doğu ülkelerindeki gibi, toplumun kendini yönetici elite dahil etme sorunu yoktur. Bilakis Cumhuriyetin halkı esas alan özgül yapısı “asker olmayı” güce erişmede bir araç olmaktan çıkartmıştır. TBMM’nin 1923 yılında, Cumhuriyetin henüz ikinci ayında askerlerin siyaset yapmak için istifasını zorunlu kılan yasayı çıkartması dikkate değerdir. Diğer bir ifadeyle Türkiye’deki Cumhuriyetin olgunlaşma döneminde askeri vesayet algısı veya girişimi yoktur. O halde askeri vesayet nasıl ortaya çıkmış ve Türkiye’nin uzun yıllar normali haline gelmiştir?

- Soğuk Savaş dönemi ile değişen “asker” algısı

Soğuk Savaşın güvenlik baskısı ve Türkiye’nin kendini endekslediği Batı’nın değerleri bir bocalama dönemine neden olmuştur. Açık oy ve gizli sayım prensibine göre yapılan 1946 seçimlerinden sonra gizli oy ve açık tasnife dayalı demokratik 1950 seçimleri Demokrat Partiyi iktidara taşımıştır. Demokrat Partinin Batı yanlısı ve NATO’yu esas alan güvenlik stratejisine rağmen Türk Silahlı Kuvvetlerinde rahatsızlık meydana gelmiştir.

27 Mayıs darbesinde Tümgeneral Cemal Madanoğlu komutasında 37 subay hem TSK’daki hiyerarşiyi yok etmiş hem de devletin tüm kademelerinde tasfiye sürecini başlatmıştır. Demokrat Partinin 1957 yılı seçimleri öncesinde Seçim Kanunu değişikliklerini öne sürerek “baskıya dayalı rejim” vurgusu yapan Milli Birlik Komitesi devlete el koymuştur.

Yassıada yargılamaları ve alınan idam kararları sonrasında, biraz da radyo ve yazılı basının toplum üzerindeki etkisi istismar edilerek, toplum psikolojisinde “asker” algısı siyasetin üzerinde bir konuma oturtulmuştur. Siyaset kurumu ise askerin psikolojik baskısını hem kendi üretmiş hem de askerin tavrıyla baskı altında kalmıştır. Albay Talat Aydemir’in 1962 ve 1963 yıllarında teşebbüs ettiği başarısız darbe girişimleri sonrasında, 12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle TSK komuta kademesi siyasete “şekil” vermiştir.

Öte yandan 27 Mayıs darbesi ve Aydemir’in teşebbüslerinin TSK hiyerarşisi dışında vuku bulduğunu, 12 Mart ile 12 Eylül’ün hiyerarşi dahilinde gerçekleştirildiğini vurgulamak gerekir. Soğuk Savaş döneminin; ekonomik sorunları, kutuplaşmadan mütevellit ideolojik çekişmeler, sosyal ayrışma, dış örtülü müdahaleler ve sonuçta terörizm kaynaklı güvenlik sorunları askeri vesayet için meşruiyet kaynakları olmuştur.

- 1980’ler sonrası

Halka dikte edilen Turgut Sunalp’a rağmen, Turgut Özal’ın 213 milletvekili çıkardığı 1983 seçimleri, 1982 Anayasasının hükümleri nedeniyle asker vesayetini sonlandıramamıştır. Ancak Turgut Özal’ın sivil irade eğilimi, askeri önceki döneme nispetle edilgen bir tavra itmiştir. Serbest seçimlerin halk iradesini yansıtmasıyla TSK komuta kademesi pasif-tepkisel bir süreci benimsemiştir. Nitekim Özal’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi sonrasında Körfez Harbine katılma niyetine olumsuz bakan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay istifayla tepki göstermiştir.

Özal’ın ölümü sonrasında siyasi çalkantılar ve koalisyonlar döneminde edilgenlikten sıyrılan TSK komuta yapısı, siyaseti tekrar yönlendirmeye çalışmıştır. TSK, terörizm ve bölgesel güvenlik sorunları nedeniyle “hissettiği” sorumluluğu siyasete hükmetme imtiyazı ile genişletmek istemiş ve “dikte eden” bir tavır takınmıştır. Dolayısıyla halk iradesinin siyasete yansıdığı ve güçlü bir iktidarın ortaya çıktığı dönemlerde kendini kısıtlayan asker, siyasi ve ekonomik çalkantıların olduğu anlarda siyasete doğrudan müdahalelerde tereddüt etmemiştir. Nitekim Refahyol koalisyon döneminde irtica ile mücadele kapsamında alınan 28 Şubat kararları “postmodern” darbe olarak tarihe geçmiştir.

Öte yandan AK Parti’nin iktidara taşındığı 2002 seçimleri sonrasında TSK’nın geleneksel olarak karşı olduğu muhafazakâr çizgiye karşı agresif bir tavır aldığı görülmektedir. TSK’nın 27 Nisan 2007 tarihinde yayımladığı e-muhtıra, türünün tek örneği olarak siyasete şekil vermeye çalışmıştır. Ancak aynı dönemde FETÖ TSK’ya sızma ve devleti kontrol etme girişimlerinde bulunmuştur.

- FETÖ ve "cemaat vesayeti"

FETÖ, 1980’li yılların başından itibaren TSK’nın röntgenini çekerek hassasiyetleri istismar etmiştir. Dış istihbarat servislerinin de desteğiyle kendi kadrolarını TSK’yı kontrol etmek için hareketlendiren FETÖ, Türkiye genelinde paralel devlet yapılanmasıyla "cemaat vesayeti" tesis etmiştir.

FETÖ ve bölücü terör örgütünün müşterek yürüttüğü hükümeti devirme ve ülkeyi bölme girişimlerinin 15 Temmuz’da halkın iradesiyle önlenmesi mümkün olmuştur. Dolayısıyla 15 Temmuz sonrasında Türkiye, ülkede sistemik bir dönüşüm gerçekleştirmek ve her türlü vesayeti önlemek için gerekli düzenlemeleri yapmıştır.

- 15 Temmuz’un ardından

Vesayetin önlenmesi bağlamında Yüksek Askeri Şura’nın yapısında yapılan değişiklikle komuta bağlantılarının MSB uhdesinde merkezileştirilmesi süratle başarılmıştır. Nitekim Kuvvet Komutanlıklarının doğrudan MSB’ye bağlanması ve Bakanlığın sivilleştirilmesi cesur adımlardır. Ayrıca personelin özlük hakları kapsamında terfi ve atamaları ile görevlerin sivil irade meyanında vücut bulması sağlanmıştır.

Nitekim 15 Temmuz sonrasında icra edilen askeri harekatlar TSK’nın hem gücünü hem de prestijini deruhte etmiş; sivil kontrolün aslında bir muharebe çarpanı olduğu ortaya konmuştur. Siyasi meseleleri gündeminden çıkaran TSK komuta kademesi, görevine etkin bir şekilde eğilebilmiştir. Dolayısıyla TSK’nın kriz bölgelerinde üstlendiği vazifeler vesayetten icraat anlayışına yöneldiğini göstermektedir.

- Bir savunma diplomasisi örneği: Tahıl koridoru

İfade edilen arka plan ve mevcut durum ışığında Rusya-Ukrayna Savaşı devam ederken başlatılan “Tahıl Diplomasisine” de değinmek gerekmektedir. Türkiye’nin girişimleri ve BM’nin gözetiminde 22 Temmuz 2022 tarihinde Rusya ve Ukrayna arasında imzalanan "Tahıl ve Yiyecek Maddelerinin Ukrayna Limanlarından Emniyetli Sevki Girişimi Belgesi" askeri vesayetten savunma diplomasisine geçişe işaret eden önemli bir gelişmedir.

Anlaşmanın imzasında Dışişleri Bakanlığı ile koordineli olarak siyasi ve teknik konularda tarafları bir araya getiren ve teknik detaylar dahil muhtelif sorunların çözümüne katkı sağlayan Türk savunma bürokrasisi, savunma diplomasisi alanında nadir bir örneğe imza atmıştır. Tahıl diplomasisi ile birlikte Milli Savunma Bakanlığı uhdesinde yürütülen F-16 görüşmeleri, S400 ve F35 krizleri sonrasında ABD ile ilişkileri yumuşatabilecek bir potansiyel taşımaktadır. Nitekim gergin ilişkilerin yürütülebilir hale getirilmesi istikametinde iki ülkenin Savunma Bakanlıkları savunma diplomasi icra etmekte ve siyasi ortamın yumuşamasına katkı sağlamaktadır.

Sonuç olarak Türkiye, askeri vesayet ile pranga vurulmuş siyasi bir geçmişten savunma diplomasisine geçişi başarmıştır.

***

[Dr. Murat Aslan, Hasan Kalyoncu Üniversitesi Öğretim Üyesi ve SETA Güvenlik Uzmanı]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Ortadoğuhaber editöryal politikasını yansıtmayabilir.